Cuma, Aralık 31, 2010

365'in 365'i Son 2 Saat

2010 bitmeden bir yazı yazmak için kalan zamanım...

Kaç hafta oldu hatırlamıyorum; eve normal saatinde servisle döndüğümü...

Bi garip, bi mutlu oldum sormayın.

Hatta sabahları kendi servisime binip plazaya gittiğim sabahlar en mesut olduğum sabahlar bu aralar

Yaptık, ettik, geliştirdik, test ettik, olmaz dedik, olur dedik, kararlar verdik bugüne geldik.

Artık sistemlerin işlemesini bekliyoruz, pazartesi sabahı çok kritik. Nefeslerimiz tuttuk bekliyoruz.

Gelelim yılın son yazısının ana fikrine...

Ben pek bi sevdim 10'u.

Çok gezdim, çok yer gördüm. Bir sürü güzel insan tanıdım. Yeni dostlarım oldu. Sevdiklerim mutlu yuvalar kurdu. Gülmeyi yeniden öğrendim. Çok uzun zamandır görmediğim beni buldum, hapsetmişim onu meğerse bir kuleye. Özgür bıraktım onu, kalabalıklara karıştı. Hafifledim, uçtum.

2011 için de hain planlarım, çoşkulu hayallerim var...

Yeni yılda da birlikte, daha çok aşkla, sağlıkla, kahkahayla, coşkuyla, yeni haberlerle birlikte olmak dileğiyle

İyi ki ordasınız :)))))

Salı, Aralık 28, 2010

Ortaya Karışık

Mevzular arası trekking diycem Onur Baştürk'ün başlık çalarak. Ama mevzulardan çok düşünceler arası trekking olsa gerek bu.

Çünkü şöyle bi durup düşünmeye, düşündüklerimi yazıya dökecek kadar bölünmeden geçirdiğim zaman yok desem abartmış olmam. Aslında Gebze, Çamlıca, Merter arasında trafikte geçirdiğim zamana nasıl acıyorum anlatamam. Bu aralarda düşüncelerime odaklanıyım dedim dün, yok ilk cümle var gerisi gelmiyor.

Konsantrasyon sıfır.

Ama bu kadar iç karartıcı tabloya rağmen pazar günü beni mutlu eden keyifli bir şeyle bi kaç saat geçirmek, bu hafta dönüp dönüp sarıldığım güzel bir anı benim için.

Aslında sihirli bir şey.

Beni mutlu ettiği gibi artarak çoğalıp değdiği herkesi mutlu edicek biliyorum...

Gelelim düşünceler arası trekkinge

Toplu taşıma araçlarında "yaşlı, çocuklu ve gazilere yer verin" yazıyor. Bir grup daha eklenmeli bu listeye "topuklu ayakkabı giyenler"

Akşamın ilerlemeyen delirtici köprü trafiğine inat Boğaz Köprüsü rengarenk, işveli, cilveli. Hele bi de kendi duyabildiği müziği başladı başlıyor kıvırtmaya. Yana söne, döne hoplaya, iki gerdan kırıp oynaması yok mu. Dalga geçiyor bu köprü bizimle ama biz farkında di'iliz galiba.

"Yok. Ben sevmiyorum artık seni..."

Çalma listelerimde birbirinden çok farklı şarkılar, müzikler var. Her listenin de bir adı. Mesela biri "Tedavi", biri "Tamzara" falan falan falan. Birinin adı da "RUH". Ey ruh geldiysen üç kere vur di'il tabiki. Ama nasıl bir liste yapmışsam yağmurlu ve puslu havayla bir arada alınınca nasıl bir mikser etkisi yapıyor sormayın. Altta üstte ne varsa, kattı karıştırdı birbirine.

Sevgili astroloğumuz Susan Miller demiş ki benim için; Kova'lara bol para var, güzel manzarası olan çok dolaplı  bir evim olacakmış. Bebek de varmış. Ama kocadan bahsetmemiş -buraya kocaman bi ??? soru işareti.- Yükselenim balık için de iyi hoş yine para demiş, bi de demiş ki "Yıl başlar başlamaz çok güzel para kazanmaya başlayacaklar. Sanki biri kapılarının önüne kamyonla altın boşaltacak" yani anlıycağınız bu senenin milli piyango talihlilerinden biri benim. Çok güzel yazmış Susan'cım siz de okuyun.
http://www.hurriyetport.com/news/122/ARTICLE/26723/2010-12-14.html

Geçen akşam yıl sonu şirket yemeği için Al Jamal'deydik. Tamam eğlence süper ama gitmeye kalksanız hafta içi 150 haftasonu 200 tl. İnsan bi geceye o kadar parayı verince eğlenmeye hali kalmaz. Çünkü ne yediğinden bi şey anlıyosun ne de başka bi şey. Çadırımsı bölümündeydik şansımıza da yağmur yağmasın mı? Gecekondu misali şıp şıp tepemize damlayan sular mı, ıslanan yerde kayma tehlikesi mi desem. 

Perşembe, Aralık 23, 2010

Yeni yıl havası gelmiş...




Saatlerimize bakıyoruz????

Gecenin tam 02:19'u

Fotoğrafların çekildiği zaman mı???

Haaaayır!!!!

Ama o fotoğrafların olduğu yerde akşam saatlerinde olunca iş yapmanın bu saatlere sarkmasının saati

Amaaaa (Bir ama daha -Vedat "ama"yla başlayan cümlelerden hiç hoşlanmaz, her seferinde uyarır beni :)))

Neyse konuyu dağıtmayalım.

İstiklal Caddesi görülmeye değer, havada yumuşak. Hala alamadıysanız yeni yılın havasını ciğerlerinize bi uğrayın derim.

Gitmişken GalataModa'ya da uğrayın "ama" afişlerine aldanmayın 10-24 arası değil 10-18 arası görebilirmişsiniz.

Biz tecrübe ettik, biliyoruz ve bu yanlışı yapanları da ayıplıyoruz.

Pazar, Aralık 19, 2010

Bir Haftalık Özet

Yine yılın hesap kitabının yapıldığı yeni kararların alındığı aslında bir öncekinden farklı olmayan ama sanki olacakmışsına hesaplaşmalara hevesle kalkışılan dönemindeyiz.

Önce geçen yıl bu zamanlar neler yazmışım, neler yapmışım diyip; dönüp 2009 Aralık yazılarımı okudum.

Geçen sene bu zamanlar >>

Çok kötü di'ilmiş :))

Birisi kanamı yaratmış; kim olduğunu tahmin ediyorum ama napmış ne demiş de kanatmış hatırlamıyorum  -bu iyi bi şey beni üzen şeyleri unutuyorum :)))-

Yılbaşı Kartları yazmışım...

Üzgünüm bu yıl posta kutularınızda benden gelen bir kart olamayacak ama yılbaşından sonra işlerimdeki yoğunluğu yola koyar koymaz telafi edicem SÖZ.

Çok garip ki geçen sene ki Yüksek sesli düşünceler bu sene de güncelliğini koruyor. Aynı sahne aynı insanlar, kim gerçekten nerde, kim orda, bir sürü soru işareti havada

???????

Yılın kalan son 12 günü, her zamankinden farklı olarak benim için oldukça yoğun, stresli, bilinmezlere gebe, karışık, karmaşık günler olacak.

Ama her şeye rağmen ben nefes alıp verdiğime, bu satırları yazdığıma göre hayattayım demektir.

Aslında üzülüyorum bir yandan da; yazmak isteyip de vakitsizlikten yazamadığım güzel şeyleri, keyif aldığım anları ıskalamak istemiyorum.

Mesela çarşamba akşamı ekibimle birlikte çıktığımız akşam yemeğinde Pucci'nin enfes yemekleriyle 7 kadının -hem de aynı işi yapan,yan yana çalışan-, koşullar gereği hasbelkader bir araya gelmelerine rağmen mükemmel uyumlarına; zoraki değil keyifle birlikte olmalarına ve bu ekibin yöneticisi olmaktan gurur duyduğumdan; hepsinin bu anlayış ve huzur ortamı için gösterdikleri iyi niyet ve sevgi için onlara ne kadar teşekkür etsem az olduğunu yazmak... -bu cümlede bi düşüklük var ama çözemedim-
Perşembe akşamı seyrettiğim Lüküs Hayat operetinin başarısından, Zihni Göktay'ın sürekli -sanırım her gün- yenilenen esprilerinden -Abiye Kuzu, Hayde, Av Mevsimi, Ali Ağaoğlu esprileri mükemmeldi-, 3 perdelik bir oyuna yoğun bir haftanın ortasında gitmenin pek akıllıca olmadığından...

Yılın kirini pasını teninizden atmak için bir hamam sefası yapmanın yer ve yöntemlerinden...

Kiri pası ruhunuzdan atmak içinse bu yıl da gerçekten işe yarar bir icat, keşif yapılamadığından...

Yeni yılda yapılacaklar listemi somut bir delil olsun diye yazıya döktüğümden, maddelerin neler olduğundan hatta ve hatta bugün o listeye ekleyeceğim iki yeni maddeyi daha aklıma yazdığımdan

Uzun uzun bahsetmek isterdim...

Ama şimdilik iş her şeyin önüne geçiyor. 31 Aralık'a yetişmesi gereken onbinlerce kişinin yatırım işlemlerini etkileyen çok ciddi bir projemiz var da...

Pazar, Aralık 12, 2010

Düğme


Yılın bu zamanı yapmaktan en hoşlanmadığım şey...

İğne iplikle aram iyidir aslında ama söz konusu manto ve ceketlerin kuru temizlemeye giderken sökülen düğmelerinin kibrit çöpüyle dikilmesi olunca; düşüncesi zor gelen ama başladıktan sonra nasıl bittiğini anlamadığım.

Her sene bu zamanlarda söz veriyorum kendime temizleyiciden gelince dikicem yada bi daha sökmiycem diye ama her sene ben; havalar iyice soğuyuna kadar direnip bir pazar akşamı tıpkı bu akşam olduğu gibi dikiveriyorum düğmelerimi.

Bizim zamanımızda ev ekonomisi dersi vardı ortaokulda -benim maharetim okuldan di'il direkt anneden geliyor :))-. Dersin ilk haftalarında örnek bezi çalışılır,elle yapılan dikiş çeşitlerinden hristo teğeli, bol teğel, düz dikiş, makine dikişi, zincir işi vb.  birer sıra. Son sırada düğme, kanca, çıt çıt dikilir. En sonunda bir kenarı bastırılır. -hala duruyo, bi daha sandığı açtığımda resmini çekip koyarım-

Velhasılı kelam her kız en azından bi eteğini, paçasını bastırsın; kopan düğmesini diksin diye yapılan faydalı bir dersti bence. Kitabı bile vardı, nasıl ütü yapılır, ütünün tarihçesinden başlayarak anlatan. Ve diğer ev işleri hakkında daha bir sürü şey.

Tüh ya saklasaydık keşke o kitabı ne malzeme çıkardı ama ;))

Okulda iki tane Ev Ekonomisi öğretmeni vardı. Biri Engin Hanım'dı ki -Engin Aksu- hakkikaten her anlamda örnek alınacak çok hoş ve becerikli bir kadındı. Bi de Vedia Hanım vardı ki soyadı Helvacıoğlu'ydu. Helvacıoğlu flütlerini hatırlatıyor bana. -doğru dürüst çalamadığım- Bi de ne alakaysa ilerlemiş yaşına rağmen okulda yedek beden öğretmeni kadrosunda oluşuna bugün bile bi anlam veremiyorum

Gelecek Program


Ben yakında İstanbul dehlizlerinde kaybedicem kendimi, kimse bulamıyacak :))

Tamam İstanbul delisiyim ama son dönemde benim kontrolüm dışında bi'şiler beni yer altına çekiyor :))

Prensesin Uykusu'na gittiğimde fragmanını görmüştüm. Şimdi sırası geldi.

İstanbul'un altındaki  gerçek dehlizlerde, gidip göremiyeceğim yerlerde çekilmiş olması tabi ki cezbetti beni.

17 Aralık cuma günü sinemalarda, eee kim geliyor benimle İstanbul dehlizlerine????

Cumartesi, Aralık 11, 2010

Av Mevsimi Bitti

Çok mu boşumda bu aralar her gece oturup oturup da yazıyorum?

Bilakis vaktim yok, yapacak işim çok. Ama yazmak, blogumun sayfalarına yeni yazı ve resimler eklemek, ne yazacağımı düşünmek unutturuyor bana kendimi.

Yani bir hobinin insana vermesi gereken rahatlama, keyif duygusunu veriyor. Her ne kadar karşımda sessiz de kalsanız, biliyorum ki bekliyorsunuz yazılarımı.

Bu gecemizin konusu başlığından da tahmin edileceği üzere Av Mevsimi...



Gazetelerde köşesine yazmayan kalmadı.

Oben Budak, Cem Yılmaz'ın Melisa Sözen'le öpüşmesini beğenmemiş, Hıncal Uluç Oben Budak'a öpüşme ortamı ve içinde bulundukları psikolojiyi detaylarıyla anlatıp sinemanın en iyi öpüşmesi ödülüne aday gösteriyor. Ömür Gedik katili baştan anladık, sürprizi yoktu diyor. Falan, falan, falan...

İşte bu da benim yorumum...

Bi kere film çok uzun 19:15'te girip 22'de çıkıyosunuz. Ama bu kadar uzun olmasına rağmen filmden bir an bile kopmuyosunuz. Türk filmlerindeki loş ışıklı sahneler yerine her detayı görebildiğiniz aydınlık.

Konu, bedeni olmayan kesik bir elin katilini bulmak gibi ürkütücü ve karanlık işler de olsa, çok iyi bir iş çıkarılmış.

Karakterler zaten tartışılmaz. Ama Cem Yılmaz tabi ki favorim. Aslında pek çok kişinin aksine Cem Yılmaz'ı öyle pek beğenmem. Ama burada canlandırdığı karakterin bir Laz olması, Karadeniz insanının o hareketli, coşkulu, deli halini ortaya koyuş şekli mükemmel.

İzlenme rekorları kıran Kazım Koyuncu'nun Hayde türküsü ve sahnede rol olan herkesin muhteşem ritmi gerçekten filmin en keyifli sahnesi.

Filmde İdris -yani Cem Yılmaz- annesiyle Lazca konuşuyor. Ama konuştuklarından tek kelime anlamıyosunuz çünkü alt yazı yok. Ya Fatih'i (Karadeniz turumuzun bir tanecik şoförü artık İstanbul'da) alıp gideceksiniz filme ya da ne konuştuklarını anlamayacaksınız.

Benim kirpi olduğum günün akşamı gittik filme. Belki o gün duygusal olduğum içindir bilemem, Prensesin Uykusu'nda kapıdan geri çevirdiğim gözyaşları akıverdi bi kaç kez.

Şener Şen'i uzun yıllar sonra sinema filminde gördük ama bildiğimiz gibi yeni bir şey yok. Eşkiya'daki gibi Kabadayı'da ki gibi bir Şener Şen.

Bence katili o oynamalıydı.

Ama ne derseniz deyin filmde benim adamım Deli İdris.

Ve söylediği şarkı Hayde...

Hayde gidelum hayde
Dağa k'arayemişa
Elun nişanlisina
Ben nasil deyim hayde

Çiktum çami budadum
Endurdum yarisina
Boyle sevdami olur
Girsun yerun dibina

K'izilağaç fidani
Tepeden budanur mi
İnsan sevduği yardan
Bu k'adar utanur mi

Endum dere duzina
Aşlamayi aşladum
Sevdaluk eyi şeydur
Ben da yeni başladum

Perşembe, Aralık 09, 2010

Karışık Linkler

Moda, dekorasyon, alışveriş vs. vs. dergileri okurken "aaa! internet sitesi de varmış, internete girince bakiyim mutlaka" diyorum.

Tabi ki sonra unutuyorum. Ama bu sefer harekete geçtim aldım kalemi kağıdı elime bi yandan dergi karıştırıyorum bi yandan ilgimi çeken linkleri yazıyorum.
sonra sırayla girip inceledim ve sizler için ilgimi çekenleri, ilginç olabilecekleri sıraladım...


http://www.stampendous.com/
İlginç şekillerde baskı kalıbı olarak kullanabileceğiniz yaratıcı çalışmalara fayda sağlayabilecek ürünler var. Ama bi tane dört yapraklı yonca desenleri yok, hiç yakıştıramadım.

http://www.beyazkutu.com/
sanki hiç yokmuş gibi bi alışveriş sitesi daha :) kaliteli orjinal ürünler. Ucuz mu derseniz, bana pek öyle gelmedi.

http://www.boxit.com.tr/
hediye sezonu öncesi orjinal hediye kutularının olduğu bir site. he heee :) bunlar yoncalı kutu yapmış aferin

http://www.feyzatasarim.com/
Keçeden yapılan tasarımlar var. Bu tasarımları görünce keçeden bi şeyler yapasım geldi. Kullanımı kolay bi malzeme, ne fikirler var aklımda. Yeni yılda yapılacaklar listesine "keçe çalışmaları" eklendi

http://www.eat-ist.com/files/menukutu.pdf     http://www.eat-ist.com/
burası da yaratıcı bi mekan ama yemek konusunda :)) tam bir görsel şölen. Ofis partileri, toplantılar için şık yemeklikler. Yeme de seyret :)))


http://trendpie.com/
bu da yemeklik ama adından anlaşılacağı üzere uzmanlık alanı "pie"

http://www.scrikss.com.tr/doc/catalog_tr.pdf   http://www.scrikss.com.tr/Site/Default.aspx
kırtasiye, kalem, defter... seyretmeye almaya doyamıyorum. çocukların en büyük hayali pastanenin sahibi olmaktır ya -pastanenin önünden geçerken gelen mahlepli tatlı kokudur bütün suçların anası ;))- benim bir de kırtasiye dükkan olsun isterim :)))

http://www.essizurunler.com/urun/harfli-magnetler_621085.aspx?CatID=35246&tabId=466
tüm alfabe ve rakamlardan oluşan magnetler var bu adreste, hatırlatmak istediklerinizi buzdolabının kapısına yazabilirsiniz artık. Ama beni bi paket magnet ve ortalama büyüklükteki bi buzdolabı kapağı kurtarmaz.

http://www.mytheresa.com/
yabanci bir giyim alışveriş sitesi

http://www.olegcassini.com.tr/
abiye ve gelinlik için. Forum İstanbul'da da mağazası olan şık bir site.

http://www.caramelistanbul.com/
işte buna bayıldım. süper fikirler var. hediye, düğün, bebek, nişan, kına, bekarlığa veda. düğün konseptine göre nikah şekeri.

Kürk Modası

Bu sene yüzüne insan maskesi takmış kutup ayımsı tüylü bir modayla karşı karşıyayız :))) Chanel reklamı cümlelerle anlatmak istediklerimi tek bir karede gösteriyor.

Yüzyılın soğuğu beklendiğinden midir, doğalgaz sıkıntısı kapıda mıdır bilmiyorum???? Ama bugün bu saate kadar ne soğuğun ne de kışın yüzünü göremedik. Gerçi hafta sonu gelecek diyorlar, ben de bu vesileyle çıkarıvereyim kürklerimi dedim.

İşte bu da bizim "kürkçü dükkanı"mızın konsepti
Designed by Gülay

Çarşamba, Aralık 08, 2010

İstanbul - Edmondo De Amicis

Edmondo De Amicis'in daha önce bahsettiğim kitabı İstanbul'dan ilginç bulduğum bir kaç bölümü okuycaksınız birazdan. 1874 İstanbul'un da bir Avrupalı'nın gözünden İstanbul ve İstanbul halkı...


"Abdülaziz hazretlerinin, karşılığında Anadolu'da bir vilayeti ödül olarak bana vermeyi teklif etse bile, bu imparatorluğun başkenti hakkında on satırı bile bir araya getirmeyi beceremezdim; büyük şeyleri anlatmak için arada biraz mesafe olması gerektiği ne kadar doğrudur! Onları daha iyi hatırlamak için, önce biraz unutmanız gerekir. Dahası bir insan, penceresinden Boğaziçi'ni, Üsküdar'ı ve Olimpos Tepesini gördüğü bir odada nasıl yazı yazabilir ki?"
***
"Bir köşeye yerleştik ve beklemeye başladık. Kimse gelmedi. Sonra fark ettik ki, bir İstanbul meyhanesinde kendi kendine hizmet etmek gibi bir adet var. Önce ocağa gidip biraz kızarmış et istedik -hangi dört ayaklıdan geldiğini ancak Tanrı bilirdi- sonra diğer tezgaha geçip Bozcaada'nın sakızlı şarabından aldık. Uysal bir tavırla hesabımızı ödedik ve sessizce meyhaneden çıktık -çünkü ağzımızı açacak olursak, havlayacağımızdan yada anırmaya başlayacağımızdan korkuyorduk- ve Haliç'e doğru koyulduk."
***
"Mısır Çarşısı'ndan çıkınca yol, gürültülü bakırcıların, havayı tiksindirici kokularla dolduran meyhanelerin, bir yığın isimsiz objenin üretildiği, loş, kuytu ve hücreye benzeyen binlerce dükkanın yan yana sıralandığı bir sokaktan geçip, nihayet Kapalıçarşı'ya ulaşır. Ancak daha çarşıya ulaşmadan üstünüze çullanmaya başlarlar; kendinizi korumak zorund kalırsınız. Büyük giriş kapılarına yüz adımlık bir mesafede, haydutları andıran tüccarların tellalları, tellalların tellalları durmaktadır. Yabancıları daha ilk başta tanırlar, çarşıya ilk defa geldiğini anlamaları yetmezmiş gibi, genelde hangi ülkeden geldiği konusunda da doğru tahminde bulunurlar; kullanacakları dili seçerken yanıldıkları pek görülmez. Fesleri ellerinde, yanınıza yaklaşır ve gülümseyerek emrinizde olduklarını söylerler"
***


"Bizler için dinlenmek sadece işe ara vermek demektir; onlar içinse çalışmak dinlenmeyi askıya almaktır. Ne pahasına olursa olsun, en önemli şey günün büyük kısmında pineklemek, hayal kurmak ve tütün içmek, geriye kalan zamanda hayatlarını kazanmak için bir şeyler yapmaktır"


***
"Evlilik hayatının şartları, kocanın gelir düzeyine bağlı olarak büyük farklılıklar gösterir. Zengin adam, evinde karısından ayrı ve kendi düşünceleriyle yaşar. Çünkü hem sadece karısının kullanacağı bir daire açmaya gücü yeter hem de dostlarını, misafirlerini, dalkavuklarını eşleri görülmeden ve rahatsız edilmeden ağırlamak istediği için ayrı bir konuta ihtiyacı vardır. Orta sınıf Türkler, ekonomik nedenlerden karısıyla yakın yaşar ve onu daha sık görür. İlişkileri de daha dostanedir. Son olarak, sınırlı bir alanda yaşamak olabildiğince az para harcamak zorunda olan fakir Türkler vardır ki onlar eşlerinin ve çocuklarının yanında yer içer ve boş zamanlarının büyük kısmını aileleriyle geçirirler. Yani servet insanları uzaklaştırırken, fakirlik birleştirmektedir."

Amicis'le birlikte İstanbul'a gelen ressam Enrico Junk'un kitabın sonuna eklenmiş o döneme ait tablolarından bir kaçı

Pazartesi, Aralık 06, 2010

Diken Diken

Sıradan bir haftasonuydu, pazar sabahı işe gitmemi saymazsak. Bi de aniden soğuyan havanın vücuttaki şok etkisini.

Bütün bunlara rağmen öle mutsuz, depresif bi halim yoktu gece yatağa girerken.

Ama bu sabah bi kalktım yüzlerce dikenim çıkmış.

Mutsuzum, gitmek istiyorum, dokunsan ağlıycam ya da oklarımı fırlatıcam

Cumartesi, Aralık 04, 2010

Zaman Treninde Yolculuk

Aslında geçtiğimiz hafta bugün yaşadığım "zaman yolculuğumu" yazmayı daha o gün düşünmüştüm. Ama sonra, pazar gününde anlatacağım şeyle ilgili yaşanan talihsiz bir olay biraz erteledi yazmamı.

Sen tut 25 sene sonra trene bin, ertesinde Haydarpaşa yansın. Bilseydim bi 25 sene daha binmezdim.

Tabiki bu işin şakası :)))

Ama gerçekten 25 sene belki bir kaç sene daha da fazlası olabilir. -Çünkü o zamanlar ilkokula gitmiyordum 28 yıl belki de-

Kadıköy Söğütlüşeçme'de ki nikah dairesinden Suadiye'ye ye gitmenin en mantıklı yolu olarak treni önerince Gülay; bir heyecan girdim kapıdan içeri.

Allahım trene nasıl binilir, ben en son ne zaman binmiştim trene???

3-5-10...

Yılları geri sarıyorum, üniversitedeyken bi kere binmiş miydim?

Yenikapı'dan Bakırköy'e gitmek için niyetlenmiştik ama bindiğimize dair bir kayıt yok hafızamda.

Gideceğim yönden emin olmak için güvenlik görevlisine sordum

"Suadiye'ye gitmek için bu taraftan mı bineceğim?"

Tabelaya bakıyorum Gebze yazıyor. Akbilden 1,65 çekiyor, Gebze'ye kadar bu fiyata mı gidiliyor?

Perona çıktım aptal aptal etrafıma bakıyorum, ben nerdeyim? Şimdiki zamandan insanlar etrafımda ama ben yıllar öncesinde.

Tren yıllar öncesinde Hacıbabamla Pendik'ten Haydarpaşa'ya geldiğimiz tren gibi. Haydarpaşa'dan Sirkeci'ye Büyük Postane'de çalışan teyzemin yanına gidişimiz. Çocukluk hayatım boyunca seyahetlerimin baş belasi mide bulantılarım :((( -hiç anlatmıyim kazasız belasız geçen hiç bi taşıt maceram yoktur-

Hacıbabam yanımda 2010'da aynı trende yolculuk etmeye başladık. Trenin içi o günkü gibi değil ama geçtiğimiz istasyonlar gördüğümüz yıkık dökük ahşap evler de bizimle birlikte geçmişten.

Ağır demir kütlesinin ilerlemek için raylarda çıkardığı boğuk sesle, geçmişin hatıralarıyla büyülenmiş yol alırken birden kendime geldim.

Ben Suadiye'de inecektim ama büyünün tesirinde ne kadar yol aldığımızı hangi durakları geçtiğimizi hatırlamıyordum.

Kısa bir an bu yolculuğu uzatmak geçtiyse de içimden, beni bekleyen bir arkadaşım, verilmiş bir sözüm vardı.

Merakla trenin duracağı istasyonun adını görmeyi bekledim. Aslında her durakta metrodaki gibi durağın adını söyleyen mekanik bir ses vardı ama ya o alçak sesliydi ya da ruhum uzaklarda olduğu için ben duymuyordum...

Neyse ki Suadiye'den bir önceki duraktaymışım :)))

Çarşamba, Aralık 01, 2010

Sene 1874, Yer İstanbul


Kitap Mevsimi geldi demiştim geçenlerde...

O yazımda hangi kitaplardan bahsettiysem hepsi bir bir sayfalarında ağırladı beni. Hatta bazıları ağırlamakla kalmayıp daha önce tanışıp da kaynaşamadığım tanıdıklarıyla da aramı yaptılar.

Yeraltındaki İstanbul'la çooook eskilere yüzyıllar öncesine gittim, küçülüp sayfaların arasına giren bir cin oldum. Bir yandan dehlizlerde yeni bir şeyler bulmanın heyecanı diğer yandan karşıma bi hortlak, yer altında yaşayan garip yaratıkların çıkmasından korkarak dolaştım.

Şu satırları okuduğumda ürperdiğimi itiraf etmeliyim...

"26 Eylül 1980 gecesi, İnönü Stadı'nın civarından yer altından gelen ve balyoz sesine benzeyen gürültüler duyuluyor. Sesleri duyan ve meraklanan bir grup asker ilgililere haber veriyor, yerinde araştırma yapılıyor fakat ne seslerin nedeni ne de kesin çıkış noktaları anlaşılamıyor.
Scognamillo'nun sözünü ettiği balyoz sesine benzer gizemli gürültüler, İnönü Stadının altından geçen bir dehlizden gelmektedir. Bu dehliz Dolmabahçe Sarayı'na aittir.
...
2008 yılında BJK yöneticileri dehlize inmiş ve yaşadıkları spor basınında yer almıştır.
...
Dolmabahçe Sarayı'ndan başlayan dehliz stadı diklemesine ikiye bölmektedir. İki metre genişliğindeki bu dehliz, belli bir mesafeden sonra Maçka Parkı'na yönelmekte ve muhtemelen parkın altından geçmektedir. Ancak ekip, dehlizin sonuna kadar gitmemiştir"

Meraklı ama korkağım...

Ersin Kalkan gibi belime ip bağlayıp tünellerin di'il sonuna gitmek içlerine bir adım bile atmaya cesaret edemezdim.

Çocukluğum en baba tünellerin olduğu Fener Rum Lisesi civarında geçtiyse de bilmediği deliklere çomak sokan olmadım hiç bir zaman. Hatta geçenlerde eski komşularımızla bir araya geldiğimizde evlerinin bodrumunda bir tünel olduğunu, o tünelden geçip evin karşısındaki yüksek bahçedeki deliklerden çıktıklarını anlattılar.

Ben olsam girer miydim, çocukken nasıl atlamışım bu detayı diye düşündüğümde. Oyun oynarken saklanmak için indiğimiz karanlık kömürlükleri anımsadım -hayır ben korkağım-

Gerçek tünelleri değil ama İBB şehir haritasını açıp geçmiş yıllardaki uydu görüntüleri üzerinden kitapta tarif edilen yolların izini sürmeye çalıştım.

Yetmedi bana.

Bir kaç ay önce aldığım ama 5-10 sayfadan öteye gidemediğim  bir kenara bıraktığım Edmondo De Amicis'in İstanbul kitabı koştu geldi yanıma.

1870'li yıllarda geldiği İstanbul'un semtlerini, insanlarını, yollarını, gecesini, gündüzünü detaylı tasvir ettiği çok keyifli bir kitapmış aslında. Roman yazdığına bakmayın kitabın üstünde, çünkü o bir roman değil.

İstanbul Seyahatnamesi aslında

1870'lerde İstanbul'da Kapalıçarşı'da dolanmak, rengarenk kumaşlara dokunmak; Göksu'da, Kağıthane'de pikniğe gitmek, Pera'da şık mağazaların vitrinlerine bakmak, rengarenk feracelerle bir işaretinizle çılgına dönecek erkekleri peşinizden sürüklemek, Boğaziçi'nde mehtaba çıkmak...

Son bir kaç günkü hayatımın özeti aslında :)))

Kitaptan hoşuma giden bazı bölümler ayrı bir yazı konusu...