Pazartesi, Mart 29, 2010

Hayalimdeki İş

Zaman zaman dellenip, alıp başımı gidicem buralardan, zevk aldığım bir işi aşkla yapmak için yıkıcam köprüleri deriz.

İyi de ne yapıcam, nasıl yapıcam?

Bu aralar bu soruyu ben kendime sık sık soruyorum, çok çok da düşünüyorum.

Başka bi şey ararken google'cım karşıma bu sayfayı çıkarttı

-yoksa bu bi işaret mi?-

http://hayalimdekiis.com/

Cumartesi, Mart 27, 2010

Söndürün Işıkları

Bu gece 20:30'da söndüreceğiz ışıkları

Hayır bizim söndürmemizi beklemeyip çok önemli yerler dışında toptan kesseler elektriği :))

maçın en heyecanlı yerinde 1 saat oturup herkes beklese, düğünün tam orta yerinde 1 saat geç atılsa imzalar

olmıycak iş tabi ki; ben bile bu akşam evde ışıkları söndürmeye kalktığım da kardeşimden nasıl bir nutuk dinliycem kim bilir? en azından kendi bulunduğum mekanda yaparım.

Yakarım İstanbul'u geçer karşısına seyrederim :)

Öz

Michelangelo demiş ki;

"en büyük tehlike yüksek hedefler belirleyip bunları yerine getirememek değil, düşük hedefler belirleyip onlara ulaşmaktır"

Ken Robinson'ın Öz adlı kitabı Doğan Kitap'tan çıkmış.

Bugün gazetede hakkında çıkan yazı sayesinde haberdar oldum. Benim derdime çare olur mu acaba?

Nerde o gözü kara, cesur, kara koyun olmaktan korkmayan çocuk?

Öyle başlayıp şimdi sürüdeki koyunlardan biri olmadık mı hepimiz?

Tamam arada bir yünlerimizi mora yeşile boyuyoruz, arada bir sürüden bir boy havaya zıplayıp ben buradayım diyoruz, doğru düzgün yolumuzda giderken uçurumun kenarındaki renkli çiçeği görmek için yoldan çıkıyoruz, ağzımıza alıp kalemi yazılar yazıyoruz.

Ama ömrümüzün büyük bir bölümünü sürüdeki sıradan bir koyun olarak geçirmiyor muyuz?

Farklı bir şeylerle uğraşmaya yeltindiğimizdeyse beynimizde oluşan kalıpların dışına çıkıp da farklı bir şeyler üretmek istesek de, aynı bahçenin içinde dolanıp dolanıp aynı duvara toslamıyor muyuz?
Her tembel öğrenci gibi sınava saatler kala çalışma arzusunun tavan yaptığı, ah biraz daha vakit olsa şuna da çalışırdım buna da diyen, son bir ümitle inşallah doğru sallarım cevapları. Bakarsın bi de şansım yaver gider geçiverirmişim psikolojisi altında gittim sınava.

Şimdiye kadar Anadolu Üniversitesi'nin yaptığı sınavı bu sefer milli eğitim yaptı. Çünkü bundan önce sonucu yanlış olan ya da aşırı zorlaştırılmış sorularla her sınav sonrası uzun tartışmalar çıkıyordu. SPK da sınavı yapan kurumu değiştirmekte buldu çareyi. Bu durumda kaçınılmaz olarak biz sınava girecekler arasında da çeşitli efsaneler kulaktan kulağa dolaşmaya başladı. Sorular çok kolay olacakmış, problem sormıycaklarmış, falan falan...

Bebe havucu tadındaydı sorular...

Farkındayım ilginç bir benzetme ama sınav sırasında sorulara odaklanmaya çalışırken tam da aklımdan bu benzetme geçti :)))

Yani

Bir bebeğin ısıramayacağı ama dişi olan herkesin kolayca yiyebileceği, tadı güzel. Ama havuç sevmiyorsanız bütün bunlara rağmen yüzünüzü buruşturacağınız.

Perşembe, Mart 18, 2010

Çikolataaaaaam

Beni şaşırtmak zordur, sürpriz yapmaksa imkansız diye düşünürdüm.

Ta ki dün akşama kadar....

Yeni temam hakikaten baharı getirdi, uğurlu geldi bana :)))

Düşünüp beni;

Uğraşıp, koşturup bu sürpriz hediyeyi hazırlayan da özel biri olunca...

Anlatamam size benim için değerini....

Kutuyu görünce şok oldum. 2 gün önce yayınladığım tema 3. gün elimdeki kutunun üzerindeydi.

Şaşkınlıkla öyle uzun süre baktım ki kutuya; onun bir kutu olduğunu, içinde bir şeyler olabileceğini, bunu görmek için kapağını açmam gerektiğini Yavuz söyleyene kadar farketmedim.

Bir kutu dolusu çikolata ve üzerlerinde benim resmim...

Anlatmak zor hissettiklerimi, ancak böyle bir hediye alınca anlarsınız beni.

Ama kendinizi çok özel hissediyorsunuz o kesin ;))

Salı, Mart 16, 2010

Yüreğine Sor


Bu resmin birazdan yazacaklarımla hiç alakası yok ama bazı arkadaşlara nispet olsun diye sinema öncesi keyfimizin ispatıdır :)))

Yüreğine Sor...

Memleketimizin havası, suyu, manzarası çektiğinden taraflıyımdır belki diycem ama Dilek'in "tam sana göre mutlaka gitmelisin" önerisini objektif bir kriter olarak değerlendirebiliriz.

Yaylaları çok özlemişim; dağlara çöken sisi, gürültüyle akan derelerin sesini, karadeniz'in yeşilini, gece uluyan çakalların sesini...

bu da özlenir mi demeyin insan bazen öyle garip şeyleri özlüyor ki;

Aslında hayatımda ilk defa çakalların sesini duyduğum günü hatırlıyorum da; özlemle anılacak bir şey değil.

Küçük bir çocukken Rize'ye ilk gittiğimizde bir gece sular kesildi, yemekte de balık vardı. Yemekten sonra ellerimizi yıkamak için annemin dedesi Sali Usta'nın (salih'e öyle derler) yolun karşısındaki çeşmesine gitmemiz gerekiyordu ve yatsı ezanının okunduğu o saatlerde uluyan çakalın sesinden nasıl korktuğumu, ağladığımı ve bırak elimi yıkamayı kapının yakınına bile gidemediğimi bugün gülerek anlatıyorum.

Neyse, filmde çok iyi oyuncular iyi bir hikayeyle ve harika görüntülerle beni büyülediler. Uzun süredir ilk defa bir türk filmini bu kadar çok beğendim.

Filme ilişkin yorumlarıma gelince;

Fantezi dünyamıza, bir sis fantezisi katarak ufkunuzu genişletebilir,

Replikler uzadıkça şive bozuluyor, belki de bu sebeple genelde kısa cümleler kullanılmış

Ateş böceklerinin dansı, deremenin kenarı, Moskof'un gelişi, hacı süleyman'ın göğsü üzerinde haç işareti yaparken kelime-i şehadet getirmesi, teneşir tahtası ve maşrapası,

Final budur dediğiniz yerden sonra, Şevval Sam'ın iğreti şivesiyle hikayeyi bağlaması dişlek bir kadının okumaya başladığı türkü büyüyü bozsa da yaşadığınız saatlerin hatrına görmezden geliyorsunuz

Pazar, Mart 14, 2010

Tema... Bahar

Blogumun yeni temasını iftiharla sunarım...

Bu üçüncü temamız ama en sevdiğim en içime sinen bu oldu.

İstanbul, erguvan ve ben...

Benim mevsimim geldi.

Bahar...

Erguvanlara daha var ama meyve ağaçları çiçek vermeye, tabiat uyanmaya başladı. Sokaktaki çiçekçiler de sümbüller, nergisler.

Perşembe günü Kanyon'dan çıkarken çiçek kokuları geldi burnuma, derin derin içime çektim. Ama bir yandan da plazaların, sıkışık trafikteki yüzlerce aracın egzosundan çıkan kokuların arasında nereden geldiğini bulmaya çalışıyordum. 15-20 metre ötede bir kadının kucağındaki sümbülleri gördüm.

Hemen Kanyon'un köşesindeki çiçekçiden aynı yoğunlukta kokmasa da bir kaç demet aldım masama koymak için.

Bahar...

Sümbüller, mimozalar, leylaklar, manolyalar, erguvanlar, leylaklar...

Sıcak yaz akşamlarında metrelerce uzaktan beni büyüleyip nerede olursa olsun yanına çağırmayı başaran; bazen bir evin duvarına, bazen korkuluklara dolayıp bedenini davetkar dallarını sağa sola yayan, her seferinde ruhuma hatıralarıma can veren hanımeli...

Bu akşam Zara'nın eski bir albümü Boyut'u dinlemek niyetiyle raftaki cdlere uzandığımda üzerindeki başka bir cd düşüverdi kucağıma.

Aslında beni bu kadar yazdıran; bahar, İstanbul hayalleri kurduran, hanımeline methiyeler düzdüren İstanbul Lounge by Salih Saka

Salı, Mart 09, 2010

Tespit ve Teşhis

Hande'nin son günlerdeki halime ilişkin tespitleri...

"sen balıkla kova arasında gidip geliyosun
bu gel-gitlerin ondan

balık suyu taşırıyor
kova hemen tutuyo suyu
deleceksin ama kovayı"

Pazartesi, Mart 08, 2010

Masal

Bir varmış, bir yokmuş

Gökyüzünde bir güneş,

Yeryüzünde tüm meyvelerin tek bedende buluştuğu bir ağaç varmış

Kirazın, ayvanın, narın, elmanın, eriğin birleştiği muhteşem çiçekleri olan

Güneşi her gördüğünde gülümseyerek çiçeklerini açmaya başlayan.

Mevsim bahar mı kış mı düşünmeden...

Her çiçek açmaya başladığında güneş aniden ortadan kaybolur, çiçekleri meyveye dönmeden ayaza yenik düşermiş

Ama her seferinde bir öncekinden daha hızlı çiçeklerini açıp;

Güneşini kaybetmeden meyvelerine kavuşmak için çabalarmış...

Boşuna...

Güneş meyveleri bekleyecek kadar kararlı,

Ağaç vazgeçecek kadar umutsuz değilmiş.

Ağaç vazgeçmemiş güneşten, her seferinde ayaza verdiği çiçeklerinden

Ağaç beklemiş,

Zaman beklememiş...

Cuma, Mart 05, 2010

Perşembe, Mart 04, 2010

Kova'mın içi yine dolmaya mı başlıyor ne?

Yoksa basit bir PMS' mi?

Birisi açmış yukardan musluğu doluyor,

Sağdan soldan birileri içine çakıltaşları fırlatıyor kimi büyük kimi küçük...

Dibe çökmüş kara kurumlardan parçalar suyun üzerine çıkıyor arada bir, sonra yine dibe çöküyor.

Ama her an bulanmaya hazır...

Bir uçurumun başına gidip, kovamı baş aşağı çevirip içinde ne var ne yok silkelemek istiyorum. Bunu yaparken şiddetli bir rüzgar da olsun, alsın uzaklara gitsin hepsini bi daha da getirmesin bana

Çarşamba, Mart 03, 2010

Yüzüküm

Gözde'yle Gürkan'ın doğumgününde minik arkadaşları Melisa'nın

"Bebekimi uyuttum" , "bacakım acıdı" kelimeleri çok hoşuma gitmişti :)))

Benim de bir "yüzüküm" olunca göstermek istedim.


Hande'cim yüzüğü verdiğinde bana

"eee damadı da getirseydin ya yanında"

demekten alamadım kendimi :))

Salı, Mart 02, 2010

Bu Kim?

- sahip olduğunuzda önce sevinir ancak başınıza neler açacağını tahmin edemezsiniz.

- çok sabırsızdır, isteklerinin hemen yerine getirilmesini ister. Olmazsa kıyameti kopartırlar

- belleği zayıftır, bir gün önce onlar için yaptıklarınızın bugün hiç bir önemi yoktur

- Arada bir gazını almalısınız

- teşekkür etmez

- empati becerinizi geliştirir, bir ifadesinden neye ihtiyacı olduğunu anlamanızı bekler

- yüzünde tebessüm belirtisi ararsanız

- kelimelerinden anlam çıkartmaya çalışırsınız

- ben merkezcidir

Bir bebek mi, müdürünüz mü?

Üstün Dökmen'in Küçük Şeyler -2 kitabından bir alıntı