Cuma, Aralık 31, 2010

365'in 365'i Son 2 Saat

2010 bitmeden bir yazı yazmak için kalan zamanım...

Kaç hafta oldu hatırlamıyorum; eve normal saatinde servisle döndüğümü...

Bi garip, bi mutlu oldum sormayın.

Hatta sabahları kendi servisime binip plazaya gittiğim sabahlar en mesut olduğum sabahlar bu aralar

Yaptık, ettik, geliştirdik, test ettik, olmaz dedik, olur dedik, kararlar verdik bugüne geldik.

Artık sistemlerin işlemesini bekliyoruz, pazartesi sabahı çok kritik. Nefeslerimiz tuttuk bekliyoruz.

Gelelim yılın son yazısının ana fikrine...

Ben pek bi sevdim 10'u.

Çok gezdim, çok yer gördüm. Bir sürü güzel insan tanıdım. Yeni dostlarım oldu. Sevdiklerim mutlu yuvalar kurdu. Gülmeyi yeniden öğrendim. Çok uzun zamandır görmediğim beni buldum, hapsetmişim onu meğerse bir kuleye. Özgür bıraktım onu, kalabalıklara karıştı. Hafifledim, uçtum.

2011 için de hain planlarım, çoşkulu hayallerim var...

Yeni yılda da birlikte, daha çok aşkla, sağlıkla, kahkahayla, coşkuyla, yeni haberlerle birlikte olmak dileğiyle

İyi ki ordasınız :)))))

Salı, Aralık 28, 2010

Ortaya Karışık

Mevzular arası trekking diycem Onur Baştürk'ün başlık çalarak. Ama mevzulardan çok düşünceler arası trekking olsa gerek bu.

Çünkü şöyle bi durup düşünmeye, düşündüklerimi yazıya dökecek kadar bölünmeden geçirdiğim zaman yok desem abartmış olmam. Aslında Gebze, Çamlıca, Merter arasında trafikte geçirdiğim zamana nasıl acıyorum anlatamam. Bu aralarda düşüncelerime odaklanıyım dedim dün, yok ilk cümle var gerisi gelmiyor.

Konsantrasyon sıfır.

Ama bu kadar iç karartıcı tabloya rağmen pazar günü beni mutlu eden keyifli bir şeyle bi kaç saat geçirmek, bu hafta dönüp dönüp sarıldığım güzel bir anı benim için.

Aslında sihirli bir şey.

Beni mutlu ettiği gibi artarak çoğalıp değdiği herkesi mutlu edicek biliyorum...

Gelelim düşünceler arası trekkinge

Toplu taşıma araçlarında "yaşlı, çocuklu ve gazilere yer verin" yazıyor. Bir grup daha eklenmeli bu listeye "topuklu ayakkabı giyenler"

Akşamın ilerlemeyen delirtici köprü trafiğine inat Boğaz Köprüsü rengarenk, işveli, cilveli. Hele bi de kendi duyabildiği müziği başladı başlıyor kıvırtmaya. Yana söne, döne hoplaya, iki gerdan kırıp oynaması yok mu. Dalga geçiyor bu köprü bizimle ama biz farkında di'iliz galiba.

"Yok. Ben sevmiyorum artık seni..."

Çalma listelerimde birbirinden çok farklı şarkılar, müzikler var. Her listenin de bir adı. Mesela biri "Tedavi", biri "Tamzara" falan falan falan. Birinin adı da "RUH". Ey ruh geldiysen üç kere vur di'il tabiki. Ama nasıl bir liste yapmışsam yağmurlu ve puslu havayla bir arada alınınca nasıl bir mikser etkisi yapıyor sormayın. Altta üstte ne varsa, kattı karıştırdı birbirine.

Sevgili astroloğumuz Susan Miller demiş ki benim için; Kova'lara bol para var, güzel manzarası olan çok dolaplı  bir evim olacakmış. Bebek de varmış. Ama kocadan bahsetmemiş -buraya kocaman bi ??? soru işareti.- Yükselenim balık için de iyi hoş yine para demiş, bi de demiş ki "Yıl başlar başlamaz çok güzel para kazanmaya başlayacaklar. Sanki biri kapılarının önüne kamyonla altın boşaltacak" yani anlıycağınız bu senenin milli piyango talihlilerinden biri benim. Çok güzel yazmış Susan'cım siz de okuyun.
http://www.hurriyetport.com/news/122/ARTICLE/26723/2010-12-14.html

Geçen akşam yıl sonu şirket yemeği için Al Jamal'deydik. Tamam eğlence süper ama gitmeye kalksanız hafta içi 150 haftasonu 200 tl. İnsan bi geceye o kadar parayı verince eğlenmeye hali kalmaz. Çünkü ne yediğinden bi şey anlıyosun ne de başka bi şey. Çadırımsı bölümündeydik şansımıza da yağmur yağmasın mı? Gecekondu misali şıp şıp tepemize damlayan sular mı, ıslanan yerde kayma tehlikesi mi desem. 

Perşembe, Aralık 23, 2010

Yeni yıl havası gelmiş...




Saatlerimize bakıyoruz????

Gecenin tam 02:19'u

Fotoğrafların çekildiği zaman mı???

Haaaayır!!!!

Ama o fotoğrafların olduğu yerde akşam saatlerinde olunca iş yapmanın bu saatlere sarkmasının saati

Amaaaa (Bir ama daha -Vedat "ama"yla başlayan cümlelerden hiç hoşlanmaz, her seferinde uyarır beni :)))

Neyse konuyu dağıtmayalım.

İstiklal Caddesi görülmeye değer, havada yumuşak. Hala alamadıysanız yeni yılın havasını ciğerlerinize bi uğrayın derim.

Gitmişken GalataModa'ya da uğrayın "ama" afişlerine aldanmayın 10-24 arası değil 10-18 arası görebilirmişsiniz.

Biz tecrübe ettik, biliyoruz ve bu yanlışı yapanları da ayıplıyoruz.

Pazar, Aralık 19, 2010

Bir Haftalık Özet

Yine yılın hesap kitabının yapıldığı yeni kararların alındığı aslında bir öncekinden farklı olmayan ama sanki olacakmışsına hesaplaşmalara hevesle kalkışılan dönemindeyiz.

Önce geçen yıl bu zamanlar neler yazmışım, neler yapmışım diyip; dönüp 2009 Aralık yazılarımı okudum.

Geçen sene bu zamanlar >>

Çok kötü di'ilmiş :))

Birisi kanamı yaratmış; kim olduğunu tahmin ediyorum ama napmış ne demiş de kanatmış hatırlamıyorum  -bu iyi bi şey beni üzen şeyleri unutuyorum :)))-

Yılbaşı Kartları yazmışım...

Üzgünüm bu yıl posta kutularınızda benden gelen bir kart olamayacak ama yılbaşından sonra işlerimdeki yoğunluğu yola koyar koymaz telafi edicem SÖZ.

Çok garip ki geçen sene ki Yüksek sesli düşünceler bu sene de güncelliğini koruyor. Aynı sahne aynı insanlar, kim gerçekten nerde, kim orda, bir sürü soru işareti havada

???????

Yılın kalan son 12 günü, her zamankinden farklı olarak benim için oldukça yoğun, stresli, bilinmezlere gebe, karışık, karmaşık günler olacak.

Ama her şeye rağmen ben nefes alıp verdiğime, bu satırları yazdığıma göre hayattayım demektir.

Aslında üzülüyorum bir yandan da; yazmak isteyip de vakitsizlikten yazamadığım güzel şeyleri, keyif aldığım anları ıskalamak istemiyorum.

Mesela çarşamba akşamı ekibimle birlikte çıktığımız akşam yemeğinde Pucci'nin enfes yemekleriyle 7 kadının -hem de aynı işi yapan,yan yana çalışan-, koşullar gereği hasbelkader bir araya gelmelerine rağmen mükemmel uyumlarına; zoraki değil keyifle birlikte olmalarına ve bu ekibin yöneticisi olmaktan gurur duyduğumdan; hepsinin bu anlayış ve huzur ortamı için gösterdikleri iyi niyet ve sevgi için onlara ne kadar teşekkür etsem az olduğunu yazmak... -bu cümlede bi düşüklük var ama çözemedim-
Perşembe akşamı seyrettiğim Lüküs Hayat operetinin başarısından, Zihni Göktay'ın sürekli -sanırım her gün- yenilenen esprilerinden -Abiye Kuzu, Hayde, Av Mevsimi, Ali Ağaoğlu esprileri mükemmeldi-, 3 perdelik bir oyuna yoğun bir haftanın ortasında gitmenin pek akıllıca olmadığından...

Yılın kirini pasını teninizden atmak için bir hamam sefası yapmanın yer ve yöntemlerinden...

Kiri pası ruhunuzdan atmak içinse bu yıl da gerçekten işe yarar bir icat, keşif yapılamadığından...

Yeni yılda yapılacaklar listemi somut bir delil olsun diye yazıya döktüğümden, maddelerin neler olduğundan hatta ve hatta bugün o listeye ekleyeceğim iki yeni maddeyi daha aklıma yazdığımdan

Uzun uzun bahsetmek isterdim...

Ama şimdilik iş her şeyin önüne geçiyor. 31 Aralık'a yetişmesi gereken onbinlerce kişinin yatırım işlemlerini etkileyen çok ciddi bir projemiz var da...

Pazar, Aralık 12, 2010

Düğme


Yılın bu zamanı yapmaktan en hoşlanmadığım şey...

İğne iplikle aram iyidir aslında ama söz konusu manto ve ceketlerin kuru temizlemeye giderken sökülen düğmelerinin kibrit çöpüyle dikilmesi olunca; düşüncesi zor gelen ama başladıktan sonra nasıl bittiğini anlamadığım.

Her sene bu zamanlarda söz veriyorum kendime temizleyiciden gelince dikicem yada bi daha sökmiycem diye ama her sene ben; havalar iyice soğuyuna kadar direnip bir pazar akşamı tıpkı bu akşam olduğu gibi dikiveriyorum düğmelerimi.

Bizim zamanımızda ev ekonomisi dersi vardı ortaokulda -benim maharetim okuldan di'il direkt anneden geliyor :))-. Dersin ilk haftalarında örnek bezi çalışılır,elle yapılan dikiş çeşitlerinden hristo teğeli, bol teğel, düz dikiş, makine dikişi, zincir işi vb.  birer sıra. Son sırada düğme, kanca, çıt çıt dikilir. En sonunda bir kenarı bastırılır. -hala duruyo, bi daha sandığı açtığımda resmini çekip koyarım-

Velhasılı kelam her kız en azından bi eteğini, paçasını bastırsın; kopan düğmesini diksin diye yapılan faydalı bir dersti bence. Kitabı bile vardı, nasıl ütü yapılır, ütünün tarihçesinden başlayarak anlatan. Ve diğer ev işleri hakkında daha bir sürü şey.

Tüh ya saklasaydık keşke o kitabı ne malzeme çıkardı ama ;))

Okulda iki tane Ev Ekonomisi öğretmeni vardı. Biri Engin Hanım'dı ki -Engin Aksu- hakkikaten her anlamda örnek alınacak çok hoş ve becerikli bir kadındı. Bi de Vedia Hanım vardı ki soyadı Helvacıoğlu'ydu. Helvacıoğlu flütlerini hatırlatıyor bana. -doğru dürüst çalamadığım- Bi de ne alakaysa ilerlemiş yaşına rağmen okulda yedek beden öğretmeni kadrosunda oluşuna bugün bile bi anlam veremiyorum

Gelecek Program


Ben yakında İstanbul dehlizlerinde kaybedicem kendimi, kimse bulamıyacak :))

Tamam İstanbul delisiyim ama son dönemde benim kontrolüm dışında bi'şiler beni yer altına çekiyor :))

Prensesin Uykusu'na gittiğimde fragmanını görmüştüm. Şimdi sırası geldi.

İstanbul'un altındaki  gerçek dehlizlerde, gidip göremiyeceğim yerlerde çekilmiş olması tabi ki cezbetti beni.

17 Aralık cuma günü sinemalarda, eee kim geliyor benimle İstanbul dehlizlerine????

Cumartesi, Aralık 11, 2010

Av Mevsimi Bitti

Çok mu boşumda bu aralar her gece oturup oturup da yazıyorum?

Bilakis vaktim yok, yapacak işim çok. Ama yazmak, blogumun sayfalarına yeni yazı ve resimler eklemek, ne yazacağımı düşünmek unutturuyor bana kendimi.

Yani bir hobinin insana vermesi gereken rahatlama, keyif duygusunu veriyor. Her ne kadar karşımda sessiz de kalsanız, biliyorum ki bekliyorsunuz yazılarımı.

Bu gecemizin konusu başlığından da tahmin edileceği üzere Av Mevsimi...



Gazetelerde köşesine yazmayan kalmadı.

Oben Budak, Cem Yılmaz'ın Melisa Sözen'le öpüşmesini beğenmemiş, Hıncal Uluç Oben Budak'a öpüşme ortamı ve içinde bulundukları psikolojiyi detaylarıyla anlatıp sinemanın en iyi öpüşmesi ödülüne aday gösteriyor. Ömür Gedik katili baştan anladık, sürprizi yoktu diyor. Falan, falan, falan...

İşte bu da benim yorumum...

Bi kere film çok uzun 19:15'te girip 22'de çıkıyosunuz. Ama bu kadar uzun olmasına rağmen filmden bir an bile kopmuyosunuz. Türk filmlerindeki loş ışıklı sahneler yerine her detayı görebildiğiniz aydınlık.

Konu, bedeni olmayan kesik bir elin katilini bulmak gibi ürkütücü ve karanlık işler de olsa, çok iyi bir iş çıkarılmış.

Karakterler zaten tartışılmaz. Ama Cem Yılmaz tabi ki favorim. Aslında pek çok kişinin aksine Cem Yılmaz'ı öyle pek beğenmem. Ama burada canlandırdığı karakterin bir Laz olması, Karadeniz insanının o hareketli, coşkulu, deli halini ortaya koyuş şekli mükemmel.

İzlenme rekorları kıran Kazım Koyuncu'nun Hayde türküsü ve sahnede rol olan herkesin muhteşem ritmi gerçekten filmin en keyifli sahnesi.

Filmde İdris -yani Cem Yılmaz- annesiyle Lazca konuşuyor. Ama konuştuklarından tek kelime anlamıyosunuz çünkü alt yazı yok. Ya Fatih'i (Karadeniz turumuzun bir tanecik şoförü artık İstanbul'da) alıp gideceksiniz filme ya da ne konuştuklarını anlamayacaksınız.

Benim kirpi olduğum günün akşamı gittik filme. Belki o gün duygusal olduğum içindir bilemem, Prensesin Uykusu'nda kapıdan geri çevirdiğim gözyaşları akıverdi bi kaç kez.

Şener Şen'i uzun yıllar sonra sinema filminde gördük ama bildiğimiz gibi yeni bir şey yok. Eşkiya'daki gibi Kabadayı'da ki gibi bir Şener Şen.

Bence katili o oynamalıydı.

Ama ne derseniz deyin filmde benim adamım Deli İdris.

Ve söylediği şarkı Hayde...

Hayde gidelum hayde
Dağa k'arayemişa
Elun nişanlisina
Ben nasil deyim hayde

Çiktum çami budadum
Endurdum yarisina
Boyle sevdami olur
Girsun yerun dibina

K'izilağaç fidani
Tepeden budanur mi
İnsan sevduği yardan
Bu k'adar utanur mi

Endum dere duzina
Aşlamayi aşladum
Sevdaluk eyi şeydur
Ben da yeni başladum

Perşembe, Aralık 09, 2010

Karışık Linkler

Moda, dekorasyon, alışveriş vs. vs. dergileri okurken "aaa! internet sitesi de varmış, internete girince bakiyim mutlaka" diyorum.

Tabi ki sonra unutuyorum. Ama bu sefer harekete geçtim aldım kalemi kağıdı elime bi yandan dergi karıştırıyorum bi yandan ilgimi çeken linkleri yazıyorum.
sonra sırayla girip inceledim ve sizler için ilgimi çekenleri, ilginç olabilecekleri sıraladım...


http://www.stampendous.com/
İlginç şekillerde baskı kalıbı olarak kullanabileceğiniz yaratıcı çalışmalara fayda sağlayabilecek ürünler var. Ama bi tane dört yapraklı yonca desenleri yok, hiç yakıştıramadım.

http://www.beyazkutu.com/
sanki hiç yokmuş gibi bi alışveriş sitesi daha :) kaliteli orjinal ürünler. Ucuz mu derseniz, bana pek öyle gelmedi.

http://www.boxit.com.tr/
hediye sezonu öncesi orjinal hediye kutularının olduğu bir site. he heee :) bunlar yoncalı kutu yapmış aferin

http://www.feyzatasarim.com/
Keçeden yapılan tasarımlar var. Bu tasarımları görünce keçeden bi şeyler yapasım geldi. Kullanımı kolay bi malzeme, ne fikirler var aklımda. Yeni yılda yapılacaklar listesine "keçe çalışmaları" eklendi

http://www.eat-ist.com/files/menukutu.pdf     http://www.eat-ist.com/
burası da yaratıcı bi mekan ama yemek konusunda :)) tam bir görsel şölen. Ofis partileri, toplantılar için şık yemeklikler. Yeme de seyret :)))


http://trendpie.com/
bu da yemeklik ama adından anlaşılacağı üzere uzmanlık alanı "pie"

http://www.scrikss.com.tr/doc/catalog_tr.pdf   http://www.scrikss.com.tr/Site/Default.aspx
kırtasiye, kalem, defter... seyretmeye almaya doyamıyorum. çocukların en büyük hayali pastanenin sahibi olmaktır ya -pastanenin önünden geçerken gelen mahlepli tatlı kokudur bütün suçların anası ;))- benim bir de kırtasiye dükkan olsun isterim :)))

http://www.essizurunler.com/urun/harfli-magnetler_621085.aspx?CatID=35246&tabId=466
tüm alfabe ve rakamlardan oluşan magnetler var bu adreste, hatırlatmak istediklerinizi buzdolabının kapısına yazabilirsiniz artık. Ama beni bi paket magnet ve ortalama büyüklükteki bi buzdolabı kapağı kurtarmaz.

http://www.mytheresa.com/
yabanci bir giyim alışveriş sitesi

http://www.olegcassini.com.tr/
abiye ve gelinlik için. Forum İstanbul'da da mağazası olan şık bir site.

http://www.caramelistanbul.com/
işte buna bayıldım. süper fikirler var. hediye, düğün, bebek, nişan, kına, bekarlığa veda. düğün konseptine göre nikah şekeri.

Kürk Modası

Bu sene yüzüne insan maskesi takmış kutup ayımsı tüylü bir modayla karşı karşıyayız :))) Chanel reklamı cümlelerle anlatmak istediklerimi tek bir karede gösteriyor.

Yüzyılın soğuğu beklendiğinden midir, doğalgaz sıkıntısı kapıda mıdır bilmiyorum???? Ama bugün bu saate kadar ne soğuğun ne de kışın yüzünü göremedik. Gerçi hafta sonu gelecek diyorlar, ben de bu vesileyle çıkarıvereyim kürklerimi dedim.

İşte bu da bizim "kürkçü dükkanı"mızın konsepti
Designed by Gülay

Çarşamba, Aralık 08, 2010

İstanbul - Edmondo De Amicis

Edmondo De Amicis'in daha önce bahsettiğim kitabı İstanbul'dan ilginç bulduğum bir kaç bölümü okuycaksınız birazdan. 1874 İstanbul'un da bir Avrupalı'nın gözünden İstanbul ve İstanbul halkı...


"Abdülaziz hazretlerinin, karşılığında Anadolu'da bir vilayeti ödül olarak bana vermeyi teklif etse bile, bu imparatorluğun başkenti hakkında on satırı bile bir araya getirmeyi beceremezdim; büyük şeyleri anlatmak için arada biraz mesafe olması gerektiği ne kadar doğrudur! Onları daha iyi hatırlamak için, önce biraz unutmanız gerekir. Dahası bir insan, penceresinden Boğaziçi'ni, Üsküdar'ı ve Olimpos Tepesini gördüğü bir odada nasıl yazı yazabilir ki?"
***
"Bir köşeye yerleştik ve beklemeye başladık. Kimse gelmedi. Sonra fark ettik ki, bir İstanbul meyhanesinde kendi kendine hizmet etmek gibi bir adet var. Önce ocağa gidip biraz kızarmış et istedik -hangi dört ayaklıdan geldiğini ancak Tanrı bilirdi- sonra diğer tezgaha geçip Bozcaada'nın sakızlı şarabından aldık. Uysal bir tavırla hesabımızı ödedik ve sessizce meyhaneden çıktık -çünkü ağzımızı açacak olursak, havlayacağımızdan yada anırmaya başlayacağımızdan korkuyorduk- ve Haliç'e doğru koyulduk."
***
"Mısır Çarşısı'ndan çıkınca yol, gürültülü bakırcıların, havayı tiksindirici kokularla dolduran meyhanelerin, bir yığın isimsiz objenin üretildiği, loş, kuytu ve hücreye benzeyen binlerce dükkanın yan yana sıralandığı bir sokaktan geçip, nihayet Kapalıçarşı'ya ulaşır. Ancak daha çarşıya ulaşmadan üstünüze çullanmaya başlarlar; kendinizi korumak zorund kalırsınız. Büyük giriş kapılarına yüz adımlık bir mesafede, haydutları andıran tüccarların tellalları, tellalların tellalları durmaktadır. Yabancıları daha ilk başta tanırlar, çarşıya ilk defa geldiğini anlamaları yetmezmiş gibi, genelde hangi ülkeden geldiği konusunda da doğru tahminde bulunurlar; kullanacakları dili seçerken yanıldıkları pek görülmez. Fesleri ellerinde, yanınıza yaklaşır ve gülümseyerek emrinizde olduklarını söylerler"
***


"Bizler için dinlenmek sadece işe ara vermek demektir; onlar içinse çalışmak dinlenmeyi askıya almaktır. Ne pahasına olursa olsun, en önemli şey günün büyük kısmında pineklemek, hayal kurmak ve tütün içmek, geriye kalan zamanda hayatlarını kazanmak için bir şeyler yapmaktır"


***
"Evlilik hayatının şartları, kocanın gelir düzeyine bağlı olarak büyük farklılıklar gösterir. Zengin adam, evinde karısından ayrı ve kendi düşünceleriyle yaşar. Çünkü hem sadece karısının kullanacağı bir daire açmaya gücü yeter hem de dostlarını, misafirlerini, dalkavuklarını eşleri görülmeden ve rahatsız edilmeden ağırlamak istediği için ayrı bir konuta ihtiyacı vardır. Orta sınıf Türkler, ekonomik nedenlerden karısıyla yakın yaşar ve onu daha sık görür. İlişkileri de daha dostanedir. Son olarak, sınırlı bir alanda yaşamak olabildiğince az para harcamak zorunda olan fakir Türkler vardır ki onlar eşlerinin ve çocuklarının yanında yer içer ve boş zamanlarının büyük kısmını aileleriyle geçirirler. Yani servet insanları uzaklaştırırken, fakirlik birleştirmektedir."

Amicis'le birlikte İstanbul'a gelen ressam Enrico Junk'un kitabın sonuna eklenmiş o döneme ait tablolarından bir kaçı

Pazartesi, Aralık 06, 2010

Diken Diken

Sıradan bir haftasonuydu, pazar sabahı işe gitmemi saymazsak. Bi de aniden soğuyan havanın vücuttaki şok etkisini.

Bütün bunlara rağmen öle mutsuz, depresif bi halim yoktu gece yatağa girerken.

Ama bu sabah bi kalktım yüzlerce dikenim çıkmış.

Mutsuzum, gitmek istiyorum, dokunsan ağlıycam ya da oklarımı fırlatıcam

Cumartesi, Aralık 04, 2010

Zaman Treninde Yolculuk

Aslında geçtiğimiz hafta bugün yaşadığım "zaman yolculuğumu" yazmayı daha o gün düşünmüştüm. Ama sonra, pazar gününde anlatacağım şeyle ilgili yaşanan talihsiz bir olay biraz erteledi yazmamı.

Sen tut 25 sene sonra trene bin, ertesinde Haydarpaşa yansın. Bilseydim bi 25 sene daha binmezdim.

Tabiki bu işin şakası :)))

Ama gerçekten 25 sene belki bir kaç sene daha da fazlası olabilir. -Çünkü o zamanlar ilkokula gitmiyordum 28 yıl belki de-

Kadıköy Söğütlüşeçme'de ki nikah dairesinden Suadiye'ye ye gitmenin en mantıklı yolu olarak treni önerince Gülay; bir heyecan girdim kapıdan içeri.

Allahım trene nasıl binilir, ben en son ne zaman binmiştim trene???

3-5-10...

Yılları geri sarıyorum, üniversitedeyken bi kere binmiş miydim?

Yenikapı'dan Bakırköy'e gitmek için niyetlenmiştik ama bindiğimize dair bir kayıt yok hafızamda.

Gideceğim yönden emin olmak için güvenlik görevlisine sordum

"Suadiye'ye gitmek için bu taraftan mı bineceğim?"

Tabelaya bakıyorum Gebze yazıyor. Akbilden 1,65 çekiyor, Gebze'ye kadar bu fiyata mı gidiliyor?

Perona çıktım aptal aptal etrafıma bakıyorum, ben nerdeyim? Şimdiki zamandan insanlar etrafımda ama ben yıllar öncesinde.

Tren yıllar öncesinde Hacıbabamla Pendik'ten Haydarpaşa'ya geldiğimiz tren gibi. Haydarpaşa'dan Sirkeci'ye Büyük Postane'de çalışan teyzemin yanına gidişimiz. Çocukluk hayatım boyunca seyahetlerimin baş belasi mide bulantılarım :((( -hiç anlatmıyim kazasız belasız geçen hiç bi taşıt maceram yoktur-

Hacıbabam yanımda 2010'da aynı trende yolculuk etmeye başladık. Trenin içi o günkü gibi değil ama geçtiğimiz istasyonlar gördüğümüz yıkık dökük ahşap evler de bizimle birlikte geçmişten.

Ağır demir kütlesinin ilerlemek için raylarda çıkardığı boğuk sesle, geçmişin hatıralarıyla büyülenmiş yol alırken birden kendime geldim.

Ben Suadiye'de inecektim ama büyünün tesirinde ne kadar yol aldığımızı hangi durakları geçtiğimizi hatırlamıyordum.

Kısa bir an bu yolculuğu uzatmak geçtiyse de içimden, beni bekleyen bir arkadaşım, verilmiş bir sözüm vardı.

Merakla trenin duracağı istasyonun adını görmeyi bekledim. Aslında her durakta metrodaki gibi durağın adını söyleyen mekanik bir ses vardı ama ya o alçak sesliydi ya da ruhum uzaklarda olduğu için ben duymuyordum...

Neyse ki Suadiye'den bir önceki duraktaymışım :)))

Çarşamba, Aralık 01, 2010

Sene 1874, Yer İstanbul


Kitap Mevsimi geldi demiştim geçenlerde...

O yazımda hangi kitaplardan bahsettiysem hepsi bir bir sayfalarında ağırladı beni. Hatta bazıları ağırlamakla kalmayıp daha önce tanışıp da kaynaşamadığım tanıdıklarıyla da aramı yaptılar.

Yeraltındaki İstanbul'la çooook eskilere yüzyıllar öncesine gittim, küçülüp sayfaların arasına giren bir cin oldum. Bir yandan dehlizlerde yeni bir şeyler bulmanın heyecanı diğer yandan karşıma bi hortlak, yer altında yaşayan garip yaratıkların çıkmasından korkarak dolaştım.

Şu satırları okuduğumda ürperdiğimi itiraf etmeliyim...

"26 Eylül 1980 gecesi, İnönü Stadı'nın civarından yer altından gelen ve balyoz sesine benzeyen gürültüler duyuluyor. Sesleri duyan ve meraklanan bir grup asker ilgililere haber veriyor, yerinde araştırma yapılıyor fakat ne seslerin nedeni ne de kesin çıkış noktaları anlaşılamıyor.
Scognamillo'nun sözünü ettiği balyoz sesine benzer gizemli gürültüler, İnönü Stadının altından geçen bir dehlizden gelmektedir. Bu dehliz Dolmabahçe Sarayı'na aittir.
...
2008 yılında BJK yöneticileri dehlize inmiş ve yaşadıkları spor basınında yer almıştır.
...
Dolmabahçe Sarayı'ndan başlayan dehliz stadı diklemesine ikiye bölmektedir. İki metre genişliğindeki bu dehliz, belli bir mesafeden sonra Maçka Parkı'na yönelmekte ve muhtemelen parkın altından geçmektedir. Ancak ekip, dehlizin sonuna kadar gitmemiştir"

Meraklı ama korkağım...

Ersin Kalkan gibi belime ip bağlayıp tünellerin di'il sonuna gitmek içlerine bir adım bile atmaya cesaret edemezdim.

Çocukluğum en baba tünellerin olduğu Fener Rum Lisesi civarında geçtiyse de bilmediği deliklere çomak sokan olmadım hiç bir zaman. Hatta geçenlerde eski komşularımızla bir araya geldiğimizde evlerinin bodrumunda bir tünel olduğunu, o tünelden geçip evin karşısındaki yüksek bahçedeki deliklerden çıktıklarını anlattılar.

Ben olsam girer miydim, çocukken nasıl atlamışım bu detayı diye düşündüğümde. Oyun oynarken saklanmak için indiğimiz karanlık kömürlükleri anımsadım -hayır ben korkağım-

Gerçek tünelleri değil ama İBB şehir haritasını açıp geçmiş yıllardaki uydu görüntüleri üzerinden kitapta tarif edilen yolların izini sürmeye çalıştım.

Yetmedi bana.

Bir kaç ay önce aldığım ama 5-10 sayfadan öteye gidemediğim  bir kenara bıraktığım Edmondo De Amicis'in İstanbul kitabı koştu geldi yanıma.

1870'li yıllarda geldiği İstanbul'un semtlerini, insanlarını, yollarını, gecesini, gündüzünü detaylı tasvir ettiği çok keyifli bir kitapmış aslında. Roman yazdığına bakmayın kitabın üstünde, çünkü o bir roman değil.

İstanbul Seyahatnamesi aslında

1870'lerde İstanbul'da Kapalıçarşı'da dolanmak, rengarenk kumaşlara dokunmak; Göksu'da, Kağıthane'de pikniğe gitmek, Pera'da şık mağazaların vitrinlerine bakmak, rengarenk feracelerle bir işaretinizle çılgına dönecek erkekleri peşinizden sürüklemek, Boğaziçi'nde mehtaba çıkmak...

Son bir kaç günkü hayatımın özeti aslında :)))

Kitaptan hoşuma giden bazı bölümler ayrı bir yazı konusu...

Salı, Kasım 30, 2010

Masal Film

Masalları seviyorum, gerçekleri yaşamak zorunda olsak da...

Andersen'in,  La Fontaine'in masallarını daha geçen sene okudum.

Kendi masallarımı her gün yazıyorum...

Çağan Irmak'ınkini haftasonu seyrettim...


Beyazıt Halk Kütüphanesi'nin Denizler Altında 20.000 Fersah'tan  fırlayan dev ahtapotun yüzdüğü yer olduğu, sokaktaki sıradan bir ağacın dalına konmuş bir masal kuşunun gagasının kanadının altını pitlemesi, uyuyan prensesi almaya gelen karanlıklardan çıkan önüne gelen her şeyi rüzgarıyla darmadağın eden kötü karanlık canavar, küçük Aziz'in yetimhane öyküsünün çizgi filmi, prensesin günlüğü ve dilekleri, Redd'in dilekten gerçeğe dönüşmesi, uyuyan prensesin uyanması...

Gözyaşlarının kenara gelip, -napıyosunuz siz alt tarafı film, yerinize dönün- emriyle yerine döndükleri, ağlamadan salondan çıkışın başarılabileceği, iyi ki gitmişim denilebilecek güzel bir film

Genco Erkal, gitmek isteyen ama gitmek istediği yere her isteyenin gidemediği,
Öksüz Aziz'le Neşet'in öksüz duruşları,
Hayalleri, dilekleri bi de günlüğü olan gözlüklü küçük kız ve annesi Sevinç Erbulak.

Filme ilham verdiği söylenen Redd'in şarkısı...
Ben kimin uydusuyum
Uymadı mı sorgusuyum
Hala eski duygusuyum
Prensesin uykusuyum

Bir avuntu dolgusuyum
Terkeder beni korkusuyum
Hala eski duygusuyum
Prensesin uykusuyum

Uyanmaz mı, uyanmaz mı
Bana gelince zaman durmaz mı
Uykusuz rüyasız

Bana gelince hayat neden masalsız

Bilmem

Bir masalın yokmuşuyum
Ben hiç ben olmuş muyum
Hala aynı duygusuyum
Prensesin uykusuyum

Pazartesi, Kasım 29, 2010


V gibi sevmeli beni;
sevmeye doyamayan, öpmeye kıyamayan, elimi bırakmayan...

Y gibi sevmeliyim;

Ama Z olmalı...

Pazar, Kasım 21, 2010

İtalya Günlüğü-II

İtalya gezimizde sizi Napoli'de bırakmıştım. Pizza ve makarnanın memleketine gidersiniz de onların o meşhur makarnalarından ve soslarından almadan olur mu? Adamlar sırf makarna, şarap ve bu sosları satmak için butik dükkanlar açmışlar, raflarda değişik şekillerde ve farklı renklerde paketlenmiş makarnaları görünce hangisini alacağınızı şaşırıyorsunuz. Alışverişten önce bize çilek şarabı, peynir ve baharatlı soslarıyla küçük bir lezzet sunumu da yaptıktan sonra tur ekibi olarak bayağı yüklü bir alışveriş yaptık.Tabii turun ikinci günü olması dolayısıyla bu alışverişlerin dönüşte bize ne gibi sıkıntılar yaratacağının farkında değildik. Ayrıca turun ilk günü rehberimiz tarafından da uyarılmıştık...İtalyanın pahalı bir ülke olduğu, buradaki her şeyin Türkiyede de olduğu hatta üstüne bir de taksit yapıldığını üstüne basarak bize belirtti, buradan alabileceğimiz en iyi hediyenin makarna ve şarap olduğunu söyledi... bence de iyi bir öneriydi.


Turumuzun üçüncü sabahı rönesansın başkenti kabul edilen Floransa'ya doğru dört saat sürecek yolculuğumuz için Roma'daki otelimizden ayrıldık. Roma'dan ayrılırken yeni başlayan yağmur bize önümüzdeki günlerin nasıl olacağına dair sinyallerini vermeye başlamıştı. Apenin dağlarını tırmanarak zaman zaman sis ve yağmurun içinden geçerek, sonbaharın renklerinin oluşturduğu doğal bir sergiyi seyrederek İtalya'nın güneyiden kuzeyine doğru yol aldık.

Floransa'yı görmeden önce şehri tepeden seyredebilmek için Michelangelo tepesine vardığımızda Arno nehri kıyısında kurulmuş şehirin etkileyici manzarasıyla karşılaşmak bizi heyecanlandırdı. Şehrin yüzyıllardır bozulmadan korunarak çok güzel muhafaza edildiğini, yeni yapılan binaları şehrin dışına kurularak tarihlerini ayakta tutmaları alkışlanmayı hak ediyor.

Floransa küçük bir şehir olmasına karşın içinde barındırdığı eserlerle bir hazine. Meydanın girişinde Santa Maria Del Fiore Kilisesi üzerindeki işlemeleri, heykelleri, rölyefleriyle aklınızı başınızdan alıyor. Aşağıdan yukarıya doğru baktığınızda  üzerindeki detayları incelerken boynunuz tutuluyor. Şık butiklerin ve cafelerin olduğu sokaktan geçerek ünlü Senyörler meydanına vardığınızda Michelangelo'nun ünlü Davud heykeli bütün azametiyle sizi bekliyor. Michelangelo'nun 26 yaşında kusurlu bir mermerden yontarak yaptığı, kusursuz denebilecek kadar  mükemmel sanki her an canlanacakmış hissi veren bir eser. Tabii ki meydanda gördüğümüz bire bir kopyası  orjinal heykel  2004 yılındaki restorasyondan sonra özel  hava korumalı kafeste müzede sergilenmektedir. Bu meydanda ayrıca Medici Ailesinin özel koleksiyonuna ait başka heykellerde sergilenmekte. Arno nehri kıyısındaki Uffizi müzesi İtalya ve avrupa resim koleksiyonun sergilendiği önemli bir müzedir. Floransadaki  gördüğüm  bütün müzelerin kapılarında uzun kuyruklardaki insanları buralardaki eserleri görebilme isteğini yağmur bile engelleyemedi. Şiddetli yağmur altında gezdiğim Floransa'nın ,sadece müzelerini gezmek için tahminimce bir hafta belki de yetmez...


Dünyanın en büyük mimari hatası olarak kabul edilen Pisa Kulesi aslında yanında duran katedral ve vaftizhaneye ek olarak sonradan yaptırılmış olan bir çan kulesidir. Kule inşa edilirken zeminin bir su kaynağına yakın olduğunun  farkedilmemesi sonucu üçüncü katının yapımı devam ederken  eğilmeye başlamış, bunu farkeden mimar düzeltmek için pek çok teknik denediyse de  bunun önüne geçememiş; bu da hayatının son işi olmuş ...

Floransa,Pisa ,Siena gibi önemli şehirleri içine alan Toskana, İtalyanların Karadeniz bölgesi ve şaraplarıyla ünlü, bölgede irili ufaklı şarap bağlarıyla butik üretim yapan şarap imalathaneleri mevcut, chianti şarapları da bu bölgede yetişen üzümlerden yapılıyor. Chiantiden  San Gimignano'ya giderken yol boyunca  üzümbağlarının  bir asker edasıyla  dizilmiş haliyle  karşılaşıyorsunuz, tepeye doğru tırmandıkça aşağıda kalan manzara sizi büyülüyor.12. yüzyıldan kalma bir ortaçağ kasabası olan San Gimignano kuleleri,etrafını saran kalın duvarları ve dar sokaklarıyla bir tepenin üstünde  kurulmuş o zamanlar gelebilecek saldırılardan korunmak için en güvenli yolmuş.Kasaba  ortaçağ filmlerininde vazgeçilmez platosuymuş,Roberto Benini'nin Hayat Güzeldir Filmi bu kasabada çekilmiş.UNESCO tarafından  dünya mirası listesine alınan koruma altındaki yerlerden biri (İtalyada bu şekilde koruma altına alınmış pek çok kasaba var). Şehrin kapısından içeri girdiğinizde sokakların, evlerin  kasabanın sokaklarında dolaşırken  atının üstünde zafer kazanmış bir şövalyenin kasabanın girişinde halk tarafından çoşkuyla karşılandığını ve kulelerin birinde onun dönüşünü bekleyen güzel bir leydinin  heyecanına  bu  duvarların  şahitlik ettiğini düşündüm. Kim bile bilir ki neler yaşandığını...Biz  sadece kitaplarda yazanları ve filmlerde seyrettiklerimizi biliyoruz masal niyetine.

Siena'ya doğru yol alırken yağmur bütün gün sürdüğü etkisini azaltmıştı.Siena sönmüş bir yanardağ ağzına kurulmuş  kahverengi ve gri tonların hakim olduğu bir ortaçağ şehridir ve şehir yapısı itibarıyla trafiğe kapalıdır.Siena sokaklarından meydana doğru yürürken şehrin dokusunun aynen korunduğunu ,küçük detay dediğimiz atların bağlandığı demir halkaların hala yerinde durduğunu görebilirsiniz.Siena meydanı bildiğimiz tüm meydanlara göre çok farklı bir yapıya sahip,sönmüş bir volkanın  ağzına kurulan şehir kenarlarda ortaya doğru eğimli şekilde bir krater ağzına benziyor.Bu meydanda Sienalıların yaklaşık 450 yıldır düzenledikleri palio at  yarışları yapılır ve bu yarış Sienalılar için  bir onur meselesidir.Avrupanın ilk bankası ve borsası Sienalılar tarafından kurulmuş,bu üstünlüğü elegeçirmek isteyen Floransa ile hep mücadele etmek zorunda kalan Sienalılar bugün bile Floransa adını duymak istemezler.

Yol Ayrımı

Pazartesi, Kasım 15, 2010

Süleymaniye'(ye)de Bayram


İki sene önce bir ramazan akşamı Süleymaniye'nin avlusunda Darüzziyafe'de iftar yapmadan önce büyük bir hevesle Süleymaniye Camii'ni de gezelim demiştik.

Heybetiyle ihtişamıyla meşhur Süleymaniye'yi sonunda biz de görecektik. Gel gör ki kapıdan içeri girdiğimizde karşımıza kubbeye kadar yükselen ve tüm güzelliğini tahta perdenin ardına saklayan yoğun bakımda bir Süleymaniye çıktı.

Çıktık, hayal kırıklığını koyup cebimize "bitince restorasyon geliriz artık" dedik.

Ve şimdi beklenen gün, saat geldi...

Süleymaniye, Yahya Kemal'in şiirindeki gibi bir bayram sabahı yeniden uyanacak.

Gazetelerde tam sayfa ilanları ve ilanlarda Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün internet adresini görünce bir heves Süleymaniye'nin tedavi süreciyle yeni haliyle ilgili bir şeyler umarak girdim siteye. Maalesef bomboş, anlamsız, olsun diye yapılmış ve benim gibi meraklısına hiç bir şey vermeyen kuru bir site çıkıyor karşınıza. Boşuna girmeyin.

Neyse bayram coşkusunu kaybetmemek, Süleymaniye'nin yeniden hayata dönüşünü kutlamak için onun şiiriyle başbaşa bırakıyorum sizi. En yakın zamanda Süleymaniye ziyaretimi paylaşmak dileğiyle, iyi bayramlar...

Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede,
Bir mehâbetli sabâh oldu Süleymâniye'de.
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mâvileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her ân aradan.
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanad, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garib âlem bu!..
 
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, îlâhi yapıya.
Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
 
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allâh’ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayâl ettiği mimârinin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsi tepeyi;
Taşımış harcını gaazîleri, serdâriyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mimârıyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Tâ ki geçsin ezeli rahmete rûh orduları..
 
Bir neferdir bu zafer mâbedinin mimârı.
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabâh anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla buğün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rü'yâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, imânı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allâh’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakarâtın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!

 Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrâr alınan Tekbîr'i;
Ne kadar sâf idi sîmâsı bu mü'min neferin!
Kimdi? Bânisi mi, mîmâri mı ulvî eserin?
Tâ Malazgird ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir işi görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşıyan vârisi hem sâhibi o,
Görünür halka bu günlerde tesellî gibi o,
Hem bu toprakta buğün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
 
Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, Çok uzaklardan mı?
Üsküdar’dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı?
Bursa'dan, Konya'dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, Tâ Beyazıd'dan, Van'dan,
Aynı top sesleri birdir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hatıralar ruzgarını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
 
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosva’dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul’dan..
Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an;
Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra-dağlardan mı?

Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar'dan mı? Tunus’dan mı, Cezâyir'den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmuş aya baktıkları yerden geliyor;
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?
 
Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Tanrıya, Gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla berâber bulunan ervâhı.

Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

Cumartesi, Kasım 13, 2010

Eyçenem ve Biss

Blogumuzunn muhabirleri arasına yeni ve biraz da esrarengiz bir arkadaşımız katıldı bugün. Farklı tarzı ve yazılarıyla hayatımızı renklendireceğinin ipuçlarını birazdan okumaya başlayacağınız ilk yazısında siz de göreceksiniz.

Aramıza hoşgeldin Gulish :)))

Gulish Yazıyor...

2 ila 3 saat önce H&M manyaklığını tecrübe etmek üzre işyerimden yola çıktım .Burdan yakın da ..hemüde eksik kalmiim piyasa araştırması neyin yapiim didim soona sisler uzakta kaldıınız için gelemeyebilirsiniz diye sislerle de paylaşmak istedim :) Sislere de anlatayım didim zira ben sislerle varım :).


Anam bismillah diyip içeri girdim bir de ne göreyim ne kadar yurdum Mearve si ve erkek arkadaşları varsa doplaşmışlar alışveriş eyliyolar:) Bildiğiniz salı pazarı kıvamında ..Bi tezgahta sutyen giymiş adam eksik..öyle diyeyim ben size..Bu ne lan diyip şoku atlattıktan soona bakiim neler yapmış bu isveçliler diyerekten bir merak kıyafetlerin arasına bodoslama daldım.Bu arada hemen kasalara bakasım geldi zira bişey beğenip de almaya niyet edersem başıma gelecekleri önceden biliyim istedim sayın seyirciler..Kasalar tahmin ettiğiniz gibi metrobüs kuyruğu yalınız kızların sol kolları 90 digrii açık ve askı görevi görüyor.Askıda da envai çeşit tayt blauz entari köynek .. Hayatta bişey almam ben burdan,kıyıdan kıyıdan dolaşiim çıkiim didim ama akıntıya kapıldım bi kere derinlere dooru gidiyom bu arada :)


Derkene ne zamandır istediim bişi görmiimmi lan..Boyfriend jean oh yeah..Götü göbee kapaması bir yana çok da hoşlaştıım bir nesne salaş malaş seviyom yane..Haydaaa noolcek şimdik emeeen du bi deniyim didim kaptım 2 beden ..Akıllıyım ya bi daa gir çık olmasın :) Ve fakat kasadaki kuyruun 2 katı kabinajlarda mevcut.Yok lan hayatta ben bu kabin sırasına girmem didim vee inanmıycaksınıs girmedim de netekim..Ama akıllıyım ya erkek bölümündeki kabinajlara gittim :) Hahayt orda nüfus sayımı bitmiş dağılıyolardı nispeten tabiisi 2 parça kartonetimi aldım sırama girdim kuzu kuzu:)


Sıra bene geldi girdim kabinaja..Soona hay allah razı olsun şunu akıl edenlerden dediğim ve pek bir mutlu olduğum bir şey gördüm.Kabine girince kıyafeti giyip dönüp götünü görmek istersin ya ve yapamazsın bu arkadaşlar raat raat bakman için hareketli bir boy aynası yapmışlar :)) Ooooh çevir çevir bak anasını satiiim hep bunu neden yapmazlar demişimdir bizim zalak mağazacılar..Neyyse giydim kotu oyyy ne tatlı ama biraz daa bol istiyom bir büyük bedenini giydim oooh tam istediim gibin bana büyük :)))) anama göstersem buna kaç para verdin yavuzun atacağı bi kotu sana verirdi derdi..Ossun maksat eyçenem marka bi parçam olsun :) Hey allaam :)


Soona en zor kısma geldim.Sıraya girdim.İnsanların psikolocik durumlarını gözlemliyorum..Kasadaki çocukla başladım yazık nasıl bir eğitim aldıysa beyni sulanmış ama yine de gülümsüyordu.Bi sorun var idi ve etiketi okutamıyordu..Hepimiz beklemedeydik..Benim önümdeki bir Maerve ay sorun nedir daha ne kadar bekliycez diyerekten ilk kıvılcımı çaktı kaltak..Sanki çok elzem ameliyathaneye kan yetişitrecek..Alma git evine dimi yooook hem bokuyla kavga ediyo hem etrafıyla kavga ediyo hem de and içmiş alınacak o çaputlar..Çocuk açıklama yaptı gayet nazik ..Soona kız aldıklarını kasanın önüne attı "o zaman burda dursun bunlar çünkü taşımaktan yoruldum"dedi..Biz de aptalız burda bekliyoruz etiket okumanı falan diyo ama gitmek yok sabit:))) E bacım zittir git evine ne bu menapoz ayakları demek istedim kendisine öyle de itici bi tip ki saçlar açık pas rengi fönlü surat da eda taşpınar :))


Ay sıkıldım yazmaktan sis hala okuyo musunus :) Velhasılı kelam aldım kotu sonuçta ama aynı şeyler zara mango mudo judo heryerde var ..Ayıp bu kızlarımızın yaptıııııı :)

Perşembe, Kasım 11, 2010

İtalya Günlüğü -I-


Yeşim yazıyor...

Bu yıl leyleği havada gördüm galiba sürekli geziyorum, hayatım haziran ayından beri hareket halinde…

Yonca’dan takip etmişsinizdir biz genelde birlikte bir yerlere gideriz ama bu sefer o niyet etti biz gittik (erkek kardeşim ve ben). Üstüne üstlük İtalya aklımın ucundan dahi geçmemişti...

Erkek kardeşimin araştırmaları ve programlamasıyla ben yine karadeniz tatili gibi hazıra kondum ...

29 ekim sabahı şiddetli yağmur altında  hareket ettik İstanbul'dan...

İlk durağımız Roma'da güneşli ama soğuk bir hava karşıladı bizi.Vatikan'a doğru giderken rehberimiz İtalya hakkında genel  bilgiler vermeye başladı. San Pietro meydanına ilerlediğimizde  karşılaştığımız insan kalabalığı ve meydanda Vatikan'a girmek için bekleyen  kuyruğu görünce şaşırıyorsunuz, hızla akan sırada etrafı inceleme fırsatınız oluyor. San Pietro Bazilikasının içine girince karşılaşığınız süslemeler, ihtişamlı kubbeler metrelerce yüksekten size bakan İsa, Meryem figürleri...


Buranın bence en önemli eseri Michelangelo'nun 25 yaşında yaptığı 9 ton ağırlığında yekpare mermerden yaptığı pietası ...(pieta İsa'nın çarmıha gerildikten sonra  oradan indirilip annesi Meryem'in kucağında 7 gün boyunca yaşadığına inanıldığı görüntü).

Vatikandan ayrılıp Roma'ya doğru hareket ettiğimizde güneş bizi ısıtmaya  başlamıştı. Roma'nın geniş caddelerinden geçerek Trevi  çeşmesine  vardığımızda, yoğun bir kalabalıkla karşılaştık. Çeşmenin yanına ulaşabilmek için bayağı çabaladıktan sonra  havuza para atmadan olmazdı. Romalıların inanışına göre buraya para atan  Roma'ya 7 defa gelirmiş. Ben arkadaşlarımın İstanbul'dan  bana verdiği paraları da onlar için çeşmeye attığımdan  kaç kez daha gideceğimi bilemem...

Akşam yorgun olsak da Roma'nın gecesini görmek için kendimizi dışarı attık. Metrodan indiğimizde Collesıum'un ışıklandırılmış hali bütün ihtişamıyla bizi bekliyordu. Navona meydanına doğru yürürken Roma'nın kurucusu Vittrio Emanuelin anıt mezarının büyüklüğü insanı etkiliyor. Piazza Navona meydanındaki Bernini'nin Dört Nehir Çeşmesi her biri farklı yöne dört heykelden oluşmakta, özellikle heykellerdeki vücut detayları sanki bulundukları yerlerden canlanacakmış gibi görünüyordu. Meydanın etrafındaki restoranlar ve kafeler 29 ekim haftası nedeniyle 3 günlük tura katılan Türklerle doluydu açıkçası hiç yabancılık çekmedik. Rehberimizin anlattığına göre tatil zamanlarında yapılan yurt dışı turlarda gittiğiniz şehir aynı İstanbul gibi oluyormuş.



Ertesi sabah 2 saatlik bir yolculukla  italyanların Şanlıurfası olan güneşi ve deniziyle tipik bir akdeniz şehri olan  Napoliye gittik. Napoli insanı fazla çalışmayı sevmeyen, acı biberi, hırsızları, limondan yaptıkları (tadı limon kolonyasının daha tatlısı) limoncellosuyla meşhur  tabii ki bir de dünyaca ünlü aktrisleri  Sophia Loren 'i unutmamak lazım. Dünyaca ünlü Capri adasını ve  halen aktif olan Vezüv yanardağını karşısına  almış Napoli  sanki bizden gibi...


Ayrıca İtalyanın  en iyi pasta ve pizza ustaları Napolilidir, sokaklardaki tatlı tezgahlarıysa aklınızı başınızdan alıyor.


Vezüv yanardağının milattan önce  24 ağustos 79  yılında bir  gecede yok ettiği Pompei yapılan kazılarda ortaya çıkan eserlerle muhteşem bir bölge. Özellikle, insanların oldukları gibi kalarak taştan birer heykele dönüşmeleri insanın tüylerini ürpertiyor. Şehircilik açısından Pompei çok güzel planlanmış bir şehir kaldırımları, sıralı dükkanları hamamı, fast food dükkanları, tiyatrosu ve geneleviyle...

Pompei'den Romaya dönerken rehberimiz Vezüv yanardağının halen aktif olduğunu, sürekli kontrol edildiğini  belki de bir daha  gittiğimizde  Vezüv'ün eteklerindeki şehri yerinde bulamayabileceğimizi söyledi...

Bir bombanın üstünde yaşamak gibi...

Çarşamba, Kasım 10, 2010

Uzayda Bir Gezegen

Muhabir muhabir dedik, tembel çıktı :))

Aslında tembel di'il de işe dönünce koşturmacadan insan özel işleriyle ilgilenemiyor.

Bu da öyle bi şey...

Yani er geç yazacak ama hemen olur zannetmeyin.

Yine kaldınız mı benle baş başa ;)))

Eeee madem yine kalemim kağıdımlayım -tamamen fantezi, yoksa tık tık tuşlardan başka bir şey yok elimin altında- iki satır bi şeyler karalayıveriyim.

Hayaaaat...

Nasıl bir enerjidir ki, ne verirsen onu döndürüyor sana.

Ağlayınca, kapanınca içine o da dönüyor sana sırtını konuşmuyor ilgilenmiyor senle. Sen yokmuşsun gibi davranıyor.

Ama ne zaman gülünce ona kucaklamak için kocaman açınca kollarını, öyle bir sıkı sımsıkı sarılıyor ki sana gel de sevme keratayı :)

Gülüyor, güldürüyor, arkadaşlarıyla tanıştırıyor seni. Suya atılan taş misali halkalar halkalar açılıyor etrafında yörüngende daha çok gezegen dönmeye başlıyor.

Aynı gezegenlerle aynı uzay boşluğunu paylaşıyordun yıllarca, herkes kendi yolunda...

Ne oldu da gezegeninde -petrol mü bulundu yoksa bor mu- bütün gezegenler birden senin etrafında dönmeye başladı.

Garip; garip şu gezegenler ;))

"Houston, Houston burda çekimine karşı koyamadığımız bi gezegen var, yörüngesine giriyoruz. tamam :)))))))"

Cumartesi, Kasım 06, 2010

Muhabirimiz İtalya İzlenimleriyle Yakında Burada...

Ben di'il  :)))

Kısa bi süreliğine blogumu misafir bir yazara bırakacağım :)))

Yoğun ve uzun bir İtalya turundan dönen ablam Yeşim, fotoğraflarını ve izlenimlerini paylaşacak. Yine de ben rahat duramayıp kendi yazılarımla girerim araya hatta İtalya turunu o anlatmaya başlamadan ipuçlarını veriyim.


Gördüğünüz haritada -aslında mutfak önlüğü olur kendisi ;)- gittikleri yerlerin izini kırmızıyla sürdüm sizler için. Yani önümüzdeki günlerde Güney'den Kuzey'e İtalya'nın en güzel şehirleri ve fotoğraflarını bulacaksınız burada.

Bu arada bana getirdikleri hediyeleri göstermezsem olmaz :))



İpli kuklam Pinokyo :))
Kardeşim Yavuz da beyaz ve siyah çikolata bloklarının bir arada olduğu çevirdikçe bu çikolataların rendelendiği değişik ve faydalı bir malzeme getirdi ki, gidemesem de ben de hediyelerimle tadını çıkartıyorum işte :)))

Çarşamba, Kasım 03, 2010

Tutarsız havanın tutarsız ruhları...

Gecenin erken çöken karanlığı, günlük hayatın sıkıntıları bardağın boş tarafına baktırırken; gözyaşları neden boş burası diyip dolu olanı da boşaltıyor her geçen dakika.
Dolu boşa üzülüyor; üzüldüğü için biraz daha azalıyor her seferinde...

Azalan damlalar buharlaşıp göğe yükseliyor ;

Buharla birlikte ruh da çıkıp bedenden yükseklere yol alırken, dönüp ardına bakıyor.

"Ne çok şeyin varmış senin aslında" diyor

Elin, ayağın, gözün, kalbin, kulakların, bedenin, ruhun

Hayallerin, umutların

Sevdiklerin, sevenlerin
İşin, imkanların

Bunları farkedebilecek bilincin

Yazacak kalemin

Anlayacak dostların

Ruh bedene dönüyor, buhar su damlası olup bardağı doluyor ...

Pazar, Ekim 31, 2010

H&M'de Neler Olacak?

Ben H&M'i bilmem, tanımam. Ama bu aralar herkes de bir çılgınlıktır gidiyor. Moda Mutfağı blogu çılgınlar için bir hizmet yapmış, ben de aracı oluyim meraklılarına.

Bakın bakalım İstanbul H&M'de neler bulacakmışsınız?

http://modamutfagi.blogspot.com/2010/10/h-abdi-ipekci-showroom.html

Cuma, Ekim 29, 2010

Kitap Mevsimi

Yağmurlu, puslu ve soğuk bir tatil gününde yapılacak en iyi şey battaniyenin altında kitaplara gömülmek :)))

Bugün tüm gazetelerde kitap fuarı eki vardı. Yarın başlıyormuş Beylikdüzü'nde.

Fuar standları arasında dolaşmak, kitaplara dokunmanın ayrı bir keyfi olsa da şehre uzak olması o kadar kitabı bir arada bulunca sanki bi daha bulamıycakmış gibi saldırıp ne var ne yok almanın bütçedeki dayanılmaz ağırlığı beni uzak tutuyor 29. Kitap fuarından...


İş Bankası yayınları Rıfat Ilgaz'ın 100. doğum yılında bütün eserlerini yayınlıyor,


Remzi Kitabevi'nde Kluge, İnsan Zihninin Gelişigüzel Yapısı

Yazılarını hep heyecanla okuduğum Ersin Kalkan'ın "Yeraltındaki İstanbul" ilk anda aklıma gelen almak istediklerim.

Ama bunların dışında hala elimde sürünen okumayı bitiremediğim Jung'un İnsan ve Sembolleri; Edmonde De Amicis'in İstanbul, Marquez'in Kolera Günlerinde Aşk.

Elimde bu kadar oyalanan kitaplara rağmen aradan sıyrılıp bir nefeste bitirdiğim, "Halvette 40 Gün" okunmaya değer.

Müslüman olan bir avrupalı kadının -üstelik psikolog- halvette yaşadığı ruh deneyimlerini anlattığı ve sonrasında bilimsel açıklamalarla yaşadıklarını yorumladığı farklı bir kitap.
Halvet deyince ilk anda cinselliği çağrıştırsa da -halvet olmak diye bi deyim var- gerçek anlamı


" tenha, tenhaya çekilme, yalnızlık ve yalnız kalma anlamlarına gelir. Halvet etmek, istenilen tenha ve her şeyden boş bir mahalde, zihne takılan ve takılacak olan şeylerden kurtularak feragat köşesini her şeye tercih etmektir. Bir başka ifade ile büsbütün yalnız durmak, biri ile tenhaca konuşmak üzere yalnız kalıp kimseyi içeri almamaktır. Halvete girmek, ibadet, zikir, riyazet ve murakabe ile meşgul olmak üzere yalnız başına tenha bir odaya, tekkelerde halvethane denilen bir hücreye, kapanmaktır. Halvete çekilmek, tenha bir yerde yalnız başına oturmaktır."


Hayat garip tesadüflerle bi'şeyleri hayatınıza katıyor demiştim ya geçen yazılarımın birinde; işte bu kitapta öyle bir silsilenin içinde Vedat'la birlikte girdi hayatıma.

Çok şey kattı bana...

Perşembe, Ekim 28, 2010

Bugün bi mesaj geldi telefonuma

"Sayın Topkara, Türk Kızılay'ına bağışladığınız kan ihtiyaç sahibine iletilmiştir. Bir hayat kurtardığınız için teşekkürler"

Daha kolumun ağrısı geçmeden -öyle çok bi ağrı di'il de elim falan çarptığında ben burdayım diyo, çünkü kan hücrelerinin parçalanmaması için kanı çektikleri iğneden irice, ince bir demir çubuk resmen- yerine gitmiş.

Haber vermeleri de güzel doğrusu :))