Salı, Eylül 23, 2008

Yeni Bir Hayata

Bu gezegende hiç birimiz yanlız değiliz aslında. Hatta bu satırları yazarken kainattan bir ses "hayır elbette değilsiniz" diyor gök gürültüsüyle...

Yaşadıklarınızı, hissettiklerinizi aynı anda yaşayan hisseden farklı bedenlerde farklı mekanlarda benzer ruhlar var aslında. Belki de o ruhla yan yanasınız ama bilmiyorsunuz bilmiyorum.

Bazı yazılarım var ki; kimi neyi nasıl anlattığımı çok fazla anlaşılmasın istediğim sadece kelimelere dokunarak yazdığım. Boşluklar bıraktığım.

Ama işte o eş ruhlar eş olaylar okuyanın kendi içindekilerle boşlukları dolduruyor ve artık o benim yazdığım yaşadığım değil onun hissettiği oluyor.

Geçenlerde de öyle oldu, o yazım çok sevdiğim ama içinde kopan fırtınaları bilmediğim bir dostumla iç dünyamızı kesiştirdi. Çok kolay anlatılmayacak paylaşılmayacak şeyleri döktük karşılıklı ortaya.

Demiştim ya; kimse kimsenin içinde gerçekten ne olduğunu bilmiyor aslında. En mağrur en mükemmel görünenlerin içinde kopan fırtınaları kimse bilmiyor. O sularda fırtına hiç olmazmış gibi geliyor.

Artık sıkıldım bu fırtına kelimesinden, bi türlü kopamayan koptuğunda kökünden söküp atamayan.

Ben güneş istiyorum artık. Bu sonbaharın en güzel ilkbahar olmasını diliyorum.

Pazartesi, Eylül 22, 2008

Uykusuz

Cumartesi gecesi Binbir Gece'nin tekrarının sonuna denk geldim. Sinir oldum Şehrazat'a bi huysuz bi huysuz adamı paralamaya yer arıyor. Saat 2'ye gelirken yattım. Ama ben oldum bir cin. Uykunun "u"su yok.

Kulağımın dibinde bir sivrisinek vızıltısı, kalkıp onla uğraşmaya mecalim yok. Sesini duymuyim diye kulağımı da örttüm. Sen gel göz kapağımı ısır. Bu nasıl bir intikamdır.

Aldım yastığı battaniyeyi salona gittim, kal kendi başına kendi kendini ye diyip onu odada tek başına bıraktım.

Ama ruhumdaki sivrisinek olduğu yerde duruyo. Saat 3 oldu yok. 3:30 yok. 4 oldu delirmek üzereyim. Ertesi sabah ta sınavım var. 8'de kalkıcam. Ilık bi süt içtim, televizyonu açtım. Gözlerimi kapatıp kendime uykum gelmiş numarası yapmaya başladım. Baktım kanar gibi oldu koştum yatağa.

4 saat sonra sınav, deli gibi yağmur yağıyor. Sınava girdim çıktım öğleden sonrakine daha vakit var eve dönüyim. Yanlış yöne giden otobüse binip 15 dakikada gideceğim yere 45 dakikada gitmeyi başardım. Eve gidince biraz kestiriyim dedim, uyudum uyandım daha da bi sersem oldum. Gecem gündüzüm karıştı, bi nevi jetlag oldum.

Ondan sonra o sınavdan hayır bekle.

Yok yok bu aralar her şey bi karıştı zaten, hatta biraz daha da karışacak.

Cuma, Eylül 19, 2008

Terapi

http://www.netevren.com/resimler/kategoriler/buyuk/doga/firtina/2.jpg
Yağmuru seviyorum. Gök gürültüsünü ve şimşeği de.

Yağmur temizliyor tozu toprağı, kiri pası.

Gök gürültüsü benim bağıramayacağım kadar yüksek bir sesle titretiyor herkesi

Şimşekler öyle aydınlatıyor ki; gecenin karanlığında hiç bir şeyin aydınlatamayacağı kadar.

Bir anda. Gece-gündüz, gündüz-gece.

Üçü bir araya geldiğinde muhteşem terapi.

Ağlıyorum, bağrıyorum, yakıyorum geceye günü.

Bu yüzdendir ki bu üçlünün her gelişinde yanlarına sokulmaya çalışırım. Yüzüme çarpan damlalar, gözlerimi kamaştıran ışık, kulakları sağır eden gürültü beni de alır içine diye.

Asıl büyük fırtınaya az kaldı, ortada ne bağ bırakacak ne bahçe...

Salı, Eylül 16, 2008

Hayat Bağları

Hayatta bazı bağlar vardır. Organik bağlar. Kimisi hoş bir ipten yapılmış, tarafları yormayan sıkmayan üzmeyen bunaltmayan. Aksine geçen zamanla karşılıklı emekten bir ipek kozasına dönüşen.

Ama bazı bağlar da vardır ki, kimyasal, biyolojik bağlar. Asit mi desem değdiği yeri yakıp eriten, balçıkla sıvanmış hiç bi yerinden tutamayıp tuttukça sizi de batıran mı desem.

Genel kabul görmüş hayat kuralları içinde atıp, satıp kurtulamadığınız, kurtulmaya çalışırken bile iç hesaplaşmayla acaba haksızlık mı ediyorum, yanlış mı yapıyorum tedirginliğiyle huzurunuzu kaçıran. Bi de iç yüzünü bilmeyenler...

Kehf süresinin şu ayetleri hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığını, bilmediğimiz bilemeyeceğimiz çok şey olacağını gösteriyor.

18/66. Musa ona: "Sana ogretileni bana hayra goturen bir bilgi olarak ogretmen icin pesinden gelebilir miyim?" dedi.
18/67-8. O: "Sen dogrusu benim yaptiklarima dayanamazsin, bilgice kavrayamadigin bir seye nasil dayanabilirsin?" dedi.
18/69. Musa: "Insallah sabrettigimi goreceksin, sana hic bir isde bas kaldirmiyacagim" dedi.
18/70. O da: "O halde, bana uyacaksan, ben sana anlatmadikca herhangi bir sey hakkinda bana soru sormayacaksin" dedi. *
18/71. Bunun uzerine kalkip gittiler; sonunda bir gemiye bindiklerinde, o gemiyi deliverdi; Musa: "Gemiyi icindekileri bogmak icin mi deldin? Dogrusu sasilacak bir sey yaptin" dedi.
18/72. Musa'ya: "Ben sana yaptigim islere dayanamazsin demedim mi?" dedi.
18/73. Musa: "Unuttugum icin bana cikisma, gucumun yetmedigi seyden beni sorumlu tutma" dedi.
18/74. Yine gittiler; sonunda bir erkek cocuga rastladilar, o hemen onu oldurdu. Musa: "Bir cana karsilik olmaksizin masum bir cana mi kiydin? Dogrusu pek kotu bir sey yaptin" dedi.
18/75. O: "Ben sana, yaptigim islere dayanamazsin demedim mi?" dedi.
18/76. Musa: "Bundan sonra sana bir sey sorarsam bana arkadas olma, o zaman benim tarafimdan mazur sayilirsin" dedi.
18/77. Yine yola koyuldular; sununda vardiklari bir kasaba halkindan yiyecek istediler. Kasaba halki, bu ikisini misafir etmek istemedi. Ikisi, sehrin icinde yikilmaga yuz tutan bir duvar gorduler, Musa'inin arkadasi onu dogrultuverdi; Musa: "Dileseydin buna karsi bir ucret alabilirdin" dedi.
18/78. O soyle soyledi: "Iste bu, seninle benim ayrilmamizi gerektiriyor; dayanamadigin islerin yorumunu sana anlatacagim"
18/79. "Gemi, denizde calisan birkac yoksula aitti; onu kusurlu kilmak istedim, cunku peslerinde her saglam gemiye zorla el koyan bir hukumdar vardi."
18/80. "Oglana gelince; onun ana babasi inanmis kimselerdi. ocugun onlari azdirmasindan ve inkara suruklemesinden korkmustuk"
18/81. Rablerinin o cocuktan daha temiz ve onlara daha cok merhamet eden birini vermesini istedik."
18/82. "Duvar ise, sehirde iki yetim erkek cocuga aitti. Duvarin altinda onlarin bir hazinesi vardi; babalari da iyi bir kimseydi. Rabbin onlarin erginlik cagina ulasmasini ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini cikarmalarini istedi. Ben bunlari kendiligimden yapmadim. \ste dayanamadigin islerin icyuzleri budur." *

Yani hayatta her bağ gün gelir kopar, kopabilir, kopması gerekebilir. İç yüzünü bilmeden de kimse -hayatta olmaz, nasıl olur, günah, yazık- demesin.

Pazartesi, Eylül 15, 2008

Pazartesi, Dolunay

Bugün pazartesi, çalışanlar için takvimlerden kaldırılması gereken bir gün. 52 tane pazartesi yaşıyorsak bir yılda, sendroma yakalanmadan atlatmayı başardığımız herhalde bir elin parmaklarını geçmez.

Bugün bir de dolunay var. Malum vücudumuzun %75'i su olduğu için iç dengeler de sapıtabiliyor. Biz kadınlar daha bir duygusal daha bir hassas oluyoruz. Hele bi de bu dolunay Balık burcunda gerçekleşiyor ki. (yükselen burcum balık)

En iyisi mi bugün kimse benle ilgilenmesin, bana nasılsın diye sormasın.

Cuma, Eylül 12, 2008

Dünyanın Sonu

Günlerdir Cern’deki deneyin dünyanın sonunu başlatıp başlatmayacağı tartışması yaşanıyor. Çok saçma bence.

Çünkü dünyanın sonunu getirmek için çalışmalar zaten bütün hızıyla sürüyor, yeni başlamadı ki. Deneyin hiç bir etkisi yok bu işte.

Zaten insanlar olarak doğayı büyük bir hızla yok etmiyor muyuz? Su kaynakları, ormanlar, diğer canlı türleri hızla tükenmiyor mu?

Cern’den korkmaya ne hacet.

Bize göre büyük, kainata göre küçük bir dünyamız var. Mutlu mesut dönerken ekseninde önce kalabalıklaşmaya başladı, hem de çok. Kalabalıklara yer yetmeyince ormanları yok edip yaşam hücreleri yaptılar kendilerine. Yapmaya da devam ediyorlar. Ağırlaştı dünya; neredeyse dönemiyecek hale geldi. –ki bilimsel araştırmalar da dünyanın dönüş hızının yavaşladığını tespit etmiş durumdalar-

Kalabalıklaşınca su yetmemeye, gıda yetmemeye, hava yetmemeye hiç bir şey yetmemeye başladı. Sunilerini yapalım derken daha fena kuruttuk kaynakları. Altında da üstünde de kalmadı bi şey; ne hazinesi varsa yerin yağmaladık.

Zincirin halkaları teker teker zayıflamaya başladı. Bence şu an zincir değil pamuk ipliği haline dönüştüler, kopması an meselesi.

Boşuna kimse Cern’de kabahat bulmasın.

Perşembe, Eylül 11, 2008

Dönüş Yazıları Çıkmıyor

Yazma stresi yaşıyorum bir süredir. Yazmak istiyorum ama yazacak bi şey gelmiyor aklıma. Yazacak bi şey bulamayınca yazamıyorum, yazamayınca strese giriyorum.


Papağanım gibi tüylerimi yolmam yakındır. Yazılara ara verince geri dönüşte sancılı oluyormuş. Bunu bir tek benim yaşamadığımı pazar günü Hürriyet'in ekinde Figen Batur'un yazısında anladım. Ki o profesyonel.

Figen Batur'un Hürriyet Pazar'daki yazısı

Yeniden bana dönersek, kendimi kandırıp sanki hiç ara vermemiş gibi yapıp ne bulursam yazmaya karar verdim. Çünkü dönüş yazısı -bu kadar beklediğimize değdi- dedirtecek bir şey olsun diye çabaladığım için bir türlü çıkamıyor zaten.

Sabah Sabah

Her sabah yeni bir hayat başlıyor aslında, her biri bir öncekine benziyormuş gibi gelse de bize. Bir kaç sabahtır işe gelirken servisten dışarıyı seyrediyorum. Çoğunlukla mahalle aralarından geçerken çünkü E-5'te gerçekten görülmeye değer bi'şi olmuyor.

En çok hayvanların yaptıkları hoşuma gidiyor sabah sabah gülümsetiyor beni.

Geçen sabah 3-5 köpek, inşaat için dökülen kum tepeciğini popolarıyla iteliye iteliye kendilerine koltuk bölümleri yapmış, içine oturmuş etrafı seyrediyordu. Biraz ilerdeki parkta oyuncakların olduğu kumların üzerinde de 3 tanesi kendinden geçmiş uyuyordu. Belli sabaha kadar etrafta dolanmışlar.

Bu sabah bi kedi ağacın dalları arasında diğeri aşağıdan yukarı ona doğru tırmanmaya çalışıyordu. Ama iyi niyetli mi kötü niyetli mi bilemiyorum.

Başka bir gün servis beklerken bir kaç metre ilerde bir köpek kaşınıyordu. Ama arka ayaklarından biri diz kapağının biraz üzerinden yoktu. Ve o ayağıyla kaşınmıya çalışıyordu. Çok üzüldüm, "yazık sana" dedim içimden. Kimbilir neler yaşamıştı. Biraz sonra oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi, bana bakmaya başladı. Biliyorum anladı ona yakınlığımı.

Ancak hayvanları çok sevmeme rağmen onlara dokunamam ben, korkarım dokunmaktan. Aslında bırakın bi köpeğin yanıma gelip oturması göz göze gelmemiz, ben onun olduğu yerden geçemez eve geri dönerdim çocukken.

Kısacası sabahları asık yüzlü insanları görmektense, sokaklardaki hayvanları arayıp bulursa gözleriniz hayata dair güzel şeyler çıkabilir karşınıza.

Cuma, Eylül 05, 2008

Ramazan 1,2,3,

derken bugün 5 oldu. Bi de bakıcaz 15, 25 ve 29. Günler çok çabuk geçiyor, zaman mı hızlı akmaya başladı biz mi onu çabuk tüketmeye başladık bilmiyorum. Filmlerde aradan günler günler geçtiğini göstermek için üst üste hızlı çekimlerle bir kaç saniyede güneş doğup, gün yaşanıp, güneşin battığı sahneler vardır ya. Aynen öyle yaşıyoruz biz de sanki. Birileri bize şaka yapıyor galiba.

Ama şaka olduğuna dair hiç bir işaret yok.

Bilim adamları zaman zaman bazı tezler üretir bizim aslında onu yaşadığımız söylerler. Son günlerde aklımda böyle bir tez var. Yaşadığımız her anın aslında kainatın bir yerlerinde yaşanmaya devam ettiğini, adım adım o parçalarında sırayla aynı şeyi yaşadığını söylüyor. Çok teknik detayları toparlamam mümkün değil ama şöyle hayal edin.

Ben şu an bilgisayarımın başında yazıyorum saat 18:00. Bundan 3 hafta önce saat 18:00'de deniz kıyısında dalgalarla oynuyordum. Benim parçalarımdan biri orada hala tatilini yapıyor ama onun da tatili bitecek 3 hafta onra o burada yazıyor olacak. Bense yani şu an yazıyı yazan ben başka bir şey yapıyor olacağım. Ama gerçek ben hangimiz bilmiyorum