Pazar, Mayıs 04, 2008

Birikenler

Bu aralar çok sık yazamasam da; yazacak bir şeyleri kafamda sürekli planlıyor bazen resimlerini çekip malzemelerini toparlıyorum.

Son zamanlarda cep telefonumda fotoğraf makinesinde biriken resimleri bir yazıda paylaşmaya karar verdim. Çünkü onları başka uzun yazılara ertelerken sonsuza kadar ertelenme ihtimalinin güç kazandığını düşünüyorum. Bunları kafamdan silersem belki uzun süredir yazmadığım, birkaç kelimeyle başlayıp sonunu bilmediğim iç sesimin yazılarına vakit ayırabilirim.



Bir ara ne var ne yok bütün kavak ağaçlarını kesmişlerdi. Ama kavaklar geri döndü. Bu bahar Levent'te şiddetli kar fırtınaları var. Ben bu resme "pamuk yolu" adını verdim. Cuma akşamı servis kırmızı ışıkta beklerken ben de boş durmadım. Zaman benim için koşulları hazırlamıştı kaçıramazdım. Aslında geçenlerde çok güzel bir pozu kaçırdım hala ona hayıflanıyorum.

Sokağın ortasında ip atlayan kız çocukları ve onların yanında sırasını beklercesine sakince oturan kedi. Kaçırdım işte. Bazen hayat bize fotoğraf kareleri sunar, yakalarsan yakalarsın yoksa kaçar gider.

Merter'deki Vakko Binası. Daha doğrusu binasıydı. Fabrika binasının sağlam halini internette aradım ama bulamadım onunla çok daha anlamlı olacaktı. Gördüğüm, yaşadığım her şey benim için değerli. Bazen bu anlamsız bir bina, bir an, bir koku, bir kelime, bir resim bile olabilir. Ama beni biriktiren yaşadığım her an her nefeste gördüğüm, hissettiğim her şey.


Bizim evin yaramazından son fotoğraflar. Geçen hafta toz alırken benden önce dolabın içine girdi. Ulaşamadığı giremediği her yer onun için çok cazip. Nerdeyse onu dolabın içine kapatacaktım, çok meraklı vitrin süsü olmaya. Ve yeni arkadaşı filler.

Hele bir videosu var ki sormayın. Bloga yüklemeye çalıştım, aslında yükledim de. Ancak yayınladığımda açılmıyor. 24 MB'lık bir dosya olması bunun nedeni olabilir.

Maceramız şöyle; ona yasak olan bir odanın bir kaç cm ara kapısından içeri girmeye çalışmak. Ne yazık ki kapıdan sadece kafası geçiyor bedenini de geçirebilmek için girmediği şekil kalmıyor. En önemlisi de pes etmemesi gidip gidip geri dönüyor. Bir deneme bir deneme daha. Fatih'in torunu kapıları açmanın bir yolunu mutlaka bulacak :)

Ve bugün.

İstanbul'da bölgesel sağnak yağmurların yağdığı bence hoş bir pazar. Bir anda girdiğiniz sağnaktan 2 metre sonra kupkuru yolla karşılaşmak ilginç. Daha da ilginci Haliç köprüsünün Eminönü yönündeki şeritlerinde yani Mecidiyeköy yönünde yağmur yağarken diğer yönde sadece su zerrecikleri var. O da muhtemelen yandan gelen sular.

İlginç bir tesadüf daha; yazıyı yazmaya başlarken CD çalara Salih Saka'nın İstanbul Lounge albümünü koymuştum. Yağmurla ilgili yazıyı yazmaya başladığımda çalmaya başlayan şarkı "Yağmurla Gelen".

Yazının başında da dedim ya; hayat kendini ona bıraktığınızda öyle ahenkle akan bir nehir ki. Zorlukları, sevinçleri, hüzünleri, kederleri kendi yolunu buluyor.

Kafamda çok hevesli cümleler dolaşıyor. Yazmaya başlamam lazım. Beklettiklerimden kurtuldum ya onlar da saklandıkları yerden çıkmaya başlıyorlar galiba.

2 yorum:

Sanem dedi ki...

Dün bo bol gezdik biz de. Ama eve ulaştığımızda, sağanak yağış başladı. Tam zamanında gelmişiz dedik.
Papağanın çok sevimli. İsmi ne?

Dört Yapraklı Yonca dedi ki...

Bizimkisi çok değişken bir papağan olduğu için tek bir isim yetmiyor ona. Bitanem, aşkım en sık kullandıklarımız. Ben minnoş demeyi seviyorum kardeşim de pinokyo.

Kimlik sorunu yaşıyor mu dersen, hiç sanmam kendisini dünyanın merkezi sandığı için her ismin kendisine ait olduğunu düşünüyor bence :)