Cuma, Eylül 28, 2007

Düşten Gerçeğe

Ramazan düşümü bir anda gerçeğe dönüştürdük dün akşam. Üstelik yazdan kalma akşamda terasta, dolunayla büyülü bir hale gelen İstanbul silueti eşliğinde.

Kalitesi ve servisiyle utandırmadı beni. Herşey zamanında ve mükemmeldi. Geçen sene Liman Lokantası'ndaki başarısız servis için, bütün iftarlarda böyle olabilir tesellimi de çürütmüş oldu.

Herşey o kadar ani oldu ki fotoğraf makinam bile yoktu. Bu eşsiz akşamı görüntülerle paylaşamıyorum. Ama yaşayanlar en güzel hayallerinin arasına koymuştur eminim.

Sessiz Veda

Beklediğim kargo paketini açtığımda; içinden çıkanı elime alıp kendi etrafımda dönerek zıplamak istedim çizgi filmlerdeki gibi.


Geçen akşama uykuyla uyanıklık arasında diğer odada açık olan televizyonda, bir programda çalan Melih Kibar'ın Sessiz Veda melodisi kulağıma geldi. Melih Kibar-Çiğdem Talu anısına yapılan gecenin DVD'sinde defalarca aynı şarkıyı dinlerim. Ama müzik cd'si gibi her yerde dinleyemiyorum. Ertesi gün internette mp3 ünü bulurum diye aramaya başladım. Bir kaç sene önce -ki albüm zaten 2003 yılında çıktı- albümü hiç bir yerde bulamamıştım. Tükenmişti. Onun için de albümü bulmak gibi bir düşüncem hiç yoktu. Zaten pek çok sitede de tükendi notu vardı yanında. Aman tanrım o da ne; idefixe'te satışta. Gerçek olduğuna inanmadım, saniye sektirmeden bitecekmiş gibi hemen siparişi verdim. Ama bir yandan da her an gelebilecek kalmamış yanıtını bekliyorum. Tahsilatınız yapıldı, ürün temin edilmeye çalışılıyor açıklaması her an yaşayabileceğim hayal kırıklığının belirtisi gibiydi.

Hayııııııııııır. Dün sabah -ürün temin edildi kargoda- mesajını okuyunca nasıl sevindiğimi ve öğleden sonra elime ulaşan kargo paketinden albümün çıkmasının, hemen cd sürücüye takıp dinleyebilmenin nasıl mutlu ettiğini anlatamam.

İnsan bir albümden bu kadar çok mutlu olur mu, hadi oldu diyelim. Bi de onun için oturup yazı yazıyorsa normal midir? Hiç umrumda değil anormal de olabilir, olabilirim de. Yeri gelir bir kibrit çöpüne de tutkumu yazarım ben. -kibrit çöpü dedim de; evet öyle bir kibrit var-

Tekrar albüme dönersek; Melih Kibar'ın son albümü yanılmıyorsam. Çiğdem Talu-Melih Kibar aşkını ve kendi aşkınızı en derinden hissedebileceğiniz melodiler var. Hele ki beni harekete geçiren "Sessiz Veda" .

Albüm kartonetinde Melih Kibar'ın "Sessiz Veda" için yorumu

"1975-1983 yılları arasında birlikte nice şarkıya imza attığımız, hiç bir zaman unutmayacağım, kimsenin de unutamayacağı söz yazarı ve yol göstericim Çiğdem Talu'nun vefatından sonra, yıllardır başından kalkmadığım piyanoma giderek daha az oturmaya başlamıştım... Çeşitli sebepleri vardı: Çiğdem Ç'sinin çengelini bile bulamadığım söz yazarları, müzik alemindeki yozlaşma, yaşam koşulları, vs...

Çiğdem'den sonra tek tük olaylar dışında sustum; piyanomla, güncel tabiriyle "geyik yapmak" gibi bir adetim yoktu hiç! Ama 2000'in sonunda duygularım beni öyle bir yere götürdü ki, benim bile inanamadığım o yoğunluğu piyanomla paylaşmak kaçınılmazdı ve bu parça çıktı ortaya. Orkestrasyon aşamasında geldiğimde ise, "yaşamadıklarıma" ve "yaşatılanlara" rağmen güzellikleri engelleyemedim.

Ne mi anlattım? Dinleyince siz anlarsınız! Neden adı "Sessiz Veda"? İnanın ben de bilmiyorum... Bildiğim tek şey bu parçanın "yalnızca benim" olduğu."

Çarşamba, Eylül 26, 2007

Ramazan Düşü

En son 20 Eylül’de güncellenmiş blogum. Onu da Hande yazmış. Yani tembellikten daha sene başında sınıfta kaldım.

Biraz Ramazan’ın da payı var tabiki. Daha çabuk yorulup, daha çabuk uyku moduna geçiyorum, bir şeyler yazmak yerine okumayı daha çok tercih ediyorum. Ve bunlardan düşünmeye fırsatım da kalmadığı için yazacak bir şeyler de geçmiyor içimden.

Dışarıda güzel bir iftar hayali kuruyim hepimiz için. Gerçekleştirebilenler şanslı olsun.

Balat Ottoman’da iftar yemeği. Yemekleri zaten enfestir biliyorum, yaz olsaydı terasında iftar açmanın keyfine doyum olmazdı. Ama bu havada içerde olmak daha akıllıca.

Menüye gelince;

Önce nefis bir çorba ile başlıyoruz,antep peyniri,hurma,tahin pekmez, kaymak, reçel, pastırma, zeytin çeşitlerinden oluşan iftariyeliklerle birlikte çayınızı yudumlarken kaytaz böreği, kuru dolma, sini oruğu ve keşkeğimizin tadına bakıyorsunuz. Günün zeytinyağlısı ardından 4 çeşit kebaptan oluşan nefis bir kebap tabağını peynirli künefe ve güllaçtan oluşan final izliyor. Üstüne kallavi bir Türk kahvesi ,birkaç bardak çay... Afiyet olsun. Limonatamız, ayranımız,kolamız,sodamızla (Balat Ottoman’ın sitesinden kopyaladım)

Yemekten sonra atlayıp taksiye Vefa’ya çıkmak, Vefa Bozacısı’nın karşısındaki kuruyemişçiden leblebi alıp bol tarçınlı boza içmek lazım. Şanslıysanız oturarak yoksa ayakta ama keyifle.

Ertesi gün iş yoksa Direklerarası – Sultanahmet nerde eğlence varsa oraya. İş varsa rota eve doğru çevrilebilir.

Perşembe, Eylül 20, 2007

Eski Foça'dan dönüş...

Hande Yazıyor...

Foça'dan dönüş gerçekten benim için zor oldu. Çünkü hayallerimdeki yeri ve ilerde yaşamak istediğim yeri buldum. İçimden bir ses giderken zaten öyle olduğunu söylüyordu ama ilk önce Göcek’i de test etmem lazım :)
Ufacık bir yer Foça, minicik bir çarşısı var. Hem gelişmiş hem gelişmemiş kendi kültürü içinde kalmış bir yer. Taş evler hiç bozulmadan bugünlere kadar gelmiş. İstanbul’daki gibi denizi doldurup bina dikmemişler. Tam tersi yolu yıkıp denizin tekrar dolmasına izin vermişler. En önemlisi Mc Donalds yok. Seçimimde en önemli kural buydu. Marka fast food olmayacak kasabada. Seneler önce Kayseri’ye gittiğimde hayal kırıklığına uğramıştım. Ben her yerde mantıcı göreceğimi, değişik yapıda evler göreceğimi sanırken beni her köşe başında Burger King ve kocaman bir alışveriş merkezi karşılamıştı. Ama Foça öyle değil işte.

Sabah balıkçı motorlarının pır pır seslerini, tekneyi takip eden martıların seslerini ve balıkçıları dört gözle bekleyen kedilerin miyavlama sesleri ile uyanıyorsunuz. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi ki?

Herkes kendi halinde, belirli bir hayata alışmışlar, sakince yaşıyorlar, vurdumduymaz olmuşlar biraz bu yüzden. Bizi buralarda rahatsız eden şeyler onlar için “aman canım” felsefesinde. Rutin bir hayat evet ama en uzak yere ulaşmak sadece 30 dakika. Niye acele etsinler ki, onlar hayata değil, hayat onlara ayak uyduruyor sanki.

Asortik Krep kaleden bahsetmiş. Çıktık kaleye. Fakat tam çıktığımızda surlarda 3 adam gördük, ellerinde bira vardı. İstanbul’da sur, adam ve bira üçlüsünü görünce ne yapmamız gerekiyorsa orda da onu yaptık. Kaçtık. Daha sonra oranın yerlilerinden birine anlatınca bayağı güldüler bize. İstanbullu olduğunuz her halinizden belli dediler. İşte o an İstanbul’da yaşıyor olmaktan ve insanlara güvensizliğimizden utanç duyduk.

Bunu düşününce aklıma seneler önce okuduğum şu hikaye geldi.

Bir derviş çölde devesiyle ilerliyormuş. Derken ilerde susuzluktan ölmek üzere olan bir adam görmüş. Yanına yanaşmış, suyundan ve yemeğinden vermiş. Adam kendisine gelip dervişe dualar etmeye başlamış. Derviş de ona yola beraber devam edelim, benim yemeğim, suyum, devem var demiş ve yola koyulmuşlar. Gece olmuş, uykuya dalmışlar. Derviş sabah kalkmış bir de ne görsün, devesi, yemekleri, suyu yok. Adam hepsini çalmış. Derviş ne yapsın yola koyulmuş. Susuz, aç çölde yoluna devam ederken birilerine rastlamış. Sormuşlar dervişe niye bu haldesin diye. O da “devem gece kaçmış, yemeğim ve suyum onun üzerindeydi” demiş. Aman Derviş demişler. Biz bir adamla karşılaştık, adam deveyi, yemekleri ve suyu bir dervişten çaldım diye böbürlene böbürlene anlatıyordu, sen niye böyle anlatıyorsun ki demişler. Derviş de şöyle cevap vermiş: “Başıma gelenleri anlatsam bir daha kimse kimseye yardım etmez ki”

Hande

Pazartesi, Eylül 17, 2007

Cin Aliiiiiiiiiiiiiiiiiiii

Ben masumum. Bugün herkes bir olmuş ilkokul yıllarına dönmek istiyor.

Ümit'ten gelen mailden çıkan resimleri görünce başlıktaki gibi bir çığlık çıktı ağzımdan. Konuşurken Cin Ali gibi, Cin Ali bile çizemem deriz ama ben Cin Ali'yi çok uzun yıllardır görmemiştim.

Nasıl özlemişim.

Sanırım bu haftayı ilkokul haftası ilan ediyorum. Hafta boyunca benim okul anılarımdan, resimlerimden bayılabilirsiniz, kusura bakmayın.







Ve benim en sevdiğim. Sanırım kapağı en hareketli ve renkli olan o olduğu için

Okulun İlk Günü 25 Yıl Önceydi

Benim için okulun ilk günü bundan tam 25 yıl önceydi...

O kadar çok mu büyüdüm ben? Hayatımdaki bir başlangıcın üzerinden çeyrek asır geçti diyebilecek kadar çok...


Okullar açılıyor bugün. Cümbür cemaat herkes okullu oluyor. Artık bizim gibi okulla ilişkisi kalmayanlar bile, trafik nedeniyle okullu oluyor. Yani biraz milli meselemiz gibi bir şey.

Sabah yollarda formalı çocukları görünce ilkokula başladığım günü düşündüm.

Gülümsedim.

1982 yılı. Ben henüz 5 yaşındayım. Ablam ilkokula gidiyor ve ben de okula başlamak için deli oluyorum. Tutturuyorum; ben bu sene okula gidicem diye. Okula başlama yaşı 7. Daha küçükleri almıyorlar. Ben tehdit ediyorum; kendimi balkondan aşağı atarım diye. Okul müdürüyle görüşüp yaşımı büyütmek için mahkemeye veriyoruz. (Yani aslında bugün nüfusa göre 32 de olabilirdim) Mahkemeye gitmezseniz mahkeme düşer, okula müfettiş gelirse de yaşını büyütmek için mahkemesi var diye belgeyi gösteririz dediler.

Böylece Yavuz Selim İlkokulu'nda 1-H sınıfında 1966 numarayla eğitim hayatıma başladım, güle oynaya. -şimdiki çocuklar bırak okulu, yuvaya giderken bile ağlamaktan helak olup anne babalarını yuva kapılarında süründürüyor. Kesinlikle o da ayrı bir yazı konusu-

Başarılı bir öğrencilik hayatım oldu. Önüme konan engelleri aşmayı hep bildim. İnandığım için herkese karşı savaştım, hatta öğretmenime bile.

Eylül'de okula başlamışız ve 10 Kasım törenlerinde şiir okumak için 1. sınıflardan seçim yapacaklar. Öğretmenler sınıflarından seçtikleri öğrencileri esas seçme için gönderiyorlar. Sınıfta şiirimi okudum ama öğretmenim beni bir üst seçmeye göndermedi. Ertesi sabah yapılacak seçmenin yerini ve saatini bildiğim için, tutup annemin elinden seçmeye gittim. Ve beni seçtiler, bir de bizim sınıftan birisini daha. -Müdürün tanıdığı diyorlardı onun için ama doğru muydu bilmiyorum-

Bilmem belki o gün yaptığım haddini bilmezlikle mi, sadece başarılı bir öğrenci olduğum için sevilmeye devam ettim. Ama o ilk öğretmenle olan özel yakınlık hiç olmadı aramızda. Hatta gizliden gizliye bir çekişme bile yaşanmış olabilir. Fakat uzun boylu, zayıf, esmer, şık giyinen ve özellikle yüksek topuklu ayakkabılarıyla hayran olduğum bir kadındı herşeye rağmen. (Topuklu ayakkabı geçmişim o günlere değil, daha eskilere yürümeyi öğrendiğim annemin ayakkabılarını helak ettiğim döneme rastlar.)

O zaman yaptıklarıma bakınca; hala aynı cesur kız mıyım diye düşünüyorum bazen?

Büyümenin bedellerinden biri olsa gerek düşünerek atıyorsun adımlarını çünkü artık kaybedecek, kaybetmek istemeyecek kadar daha çok şey birikti hayatımızda. Bir yandan da hayat öğretiyor daha az talepkar olmayı, aslında biz izin vermesek olmaz ama. Vazgeçiyorsun kendinden, asgari müştereklerde yuvarlanıp gitmekle de idare edebilirim diyorsun. Ama bazen de durup; kendime nasıl bunu yapmışım, neden yapıyorum diye sorgulayıveriyorsun.

İşte o sorguladığın anlarda ne kurtarabilirsen hayattan, o kadar mutlu oluyorsun.

Perşembe, Eylül 13, 2007

İstanbul Turu-Valens(Bozdoğan) Kemeri

Bizde çok fazla tarihi eser olduğu için kıymeti bilinmiyor. Sanırım başka bir ülkede olsa 3.yy'da yapılmış bir esere zarar vermek, pamuklara sarıp dünyanın gözüne sokarlar.

Gel gör ki bizim Valens (Bozdoğan) Kemeri bütün heybetiyle yüzyıllara direnmiş. Ama kimse dönüp bakmıyor bile. Hergün altından geçen binlerce araç milyonlarca insan farkında mı onun?

Kemerin Vefa tarafında kalan bölümlerinin resimlerini yorumsuz yayınlıyorum. Resimler peşpeşe takip eden sokak aralarından çekildi.




İstanbul Turu - Molla Gürani Cami

Cumartesi gezimden fotoğraflara devam.

Molla Gürani Cami, Vefa'da Süleymaniye tabelasını takip ederek yol aldığımda karşıma çıktı. Vaktim az olduğu için Süleymaniye'ye gidemeyeceğimi biliyordum ama yolda başka bir yerler görürüm umuduyla amaçsız bir yol almaydı benimkisi. Fakat güzel bir şeye bağlandı.

İstanbul'un fethiyle kiliseden camiye dönüştürülen yapılardan biri. Bizans döneminde Hagios Theodoros Kilisesi olarak anılan yapının 11.yy sonu ile 12.yy başları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. Fatih'in hocası Molla Gürani tarfından camiye çevrilmiş. 1833 yangınında bazı ahşap kısımları yanmış.






Caminin etrafı bakımsız, izbe binalarla dolu. Özellikle girişin karşısındaki binanın yarısı yıklımış oturulacak halde değil, ancak içinden gelen seslere bakınca bir odada perde takılı olduğunu gördüm. Ve bahçesinde kağıt pet şişe toplayıcılarının birikintileri vardı.

Semti dolaşırken dikkatimi çeken diğer bir şeyde, sokak satıcılarının buralarda yaşadığıydı. Dar bir sokaktaki kapının önünde toplanmış 5-6 kişilik bir grup çuvalla mısır soyuyordu. Bir adam elindeki macun tezgahını açtığı tozlu bir kapının ardındaki depo görünümlü yere koydu. Kapıdan gördüğüm kadarıyla pamuk şekeri gibi başka sokak yiyecekleri de bu pis yerden çıkıyordu.

Ramazan Manisi

Ramazanın ilk gönderisi; yakaladığım komik bir şey. Milliyet Gazetesi'nin bugün Ramazan özel sayfası mani bölümü Ramazan'ın gelişini değil gidişini haber veriyor.

Çarşamba, Eylül 12, 2007

İstanbul Turu - Vefa

Şehzade Cami'nin hemen yanında Burmalı Mescit yer alıyor. Minaresi özelliği nedeniyle bu adı alan küçük bir mescit. Yapılışı 1543. Etrafı ağaçlarla öyle bir örtülmüş ki, tek karede anlamlı bir fotoğraf alabilmek için oldukça zorlandım.





Vefa Bozacısı semtin olmazsa olmazı. Bu arada boza çıkmış. Kışın oturacak yer bulamıyorsunuz ama bu zamanda tarihi mekanda oturarak boza içmenin tadını çıkarabilirsiniz.


Vefa Bozacısı'ndan aşağı doğru yolu tutup yürüdüğünüzde semte adını veren Şeyh Vefa'nın türbesinin ve çilehanesinin bulunduğu camiye ulaşıyorsunuz. Avlusunda eski mezarlar ve kediler.




Pazartesi, Eylül 10, 2007

İstanbul Turu - Şehzade Cami

Haftasonu malum açıköğretim sınavları vardı. Kardeşimin cumartesi öğleden sonra sınavı Vefa Lisesi'nde olunca, takılıp peşine tarihi ve turistik bir gezi yaptım. Aslında sabahın ilk saatlerindeki planım Sultanahmet'e gitmek ordan da Gülhane Parkı sonundaki Setüstü çay bahçesinde bulutlu İstanbul'u türk kahvesi eşliğinde seyretmekti. Ancak sınavdan ötürü yollar ve taşıtlar o kadar kalabalıktı ki vazgeçtim.

Vefa Lisesi yakınlarında Şehzadebaşı Camii, hemen yanındaki Burmalı Mescit, semte adını veren Şeyh Vefa'nın türbesinin bulunduğu cami ve çilehanesi, Molla Gürani Cami, Süleymaniye'ye giden yol üzerindeki eski ahşap evleri, Osmanlı mezarlıklarını, Bozdoğan kemerinin sokak aralarında sıkışıp kalmış parçalarını ve tabi ki tarihi Vefa Bozacısı'nı ziyaret ettim. Kısa zamanda çok şey gördüm. Yalnız cami ve türbeleri ziyaret edemediğim için biraz üzüldüm. Çünkü ikinci kez aynı hatayı yapıp yanıma eşarp almayı unutmuştum.

Fotoğraflar Şehzadebaşı yada esas adıyla Şehzade Mehmet Cami'ne ait. Eski Fatih Evlendirme dairesinin karşısında. Bahçesi ve avlusu gerçekten huzur verior. Dışarıda akan trafiğe ve onca gürültüye rağmen içinizi garip bir sessizlik kaplıyor ve o sesleri duymuyorsunuz.

Cami hakkında genel bilgiye bu linkten ulaşabilirsiniz.

Mimar Sinan'ın çıraklık eserim dediği yapı, ustası tarafından bu kadar basit görülse de tam bir şaheser.

Minareler ve üzerindeki işçilik insanı gerçekten etkiliyor. Ama kadraja sığdırmak gerçekten güç oluyor.


İç avlunun tamamı bu pencerelerle çevrilmiş durumda. Ben de bu pencerelerden birinin önüne oturup, Haldun Hürel'in kitabını -"İstanbul'u Geziyorum Gözlerim Açık"- açıp okumaya başladım.


İç avludan minare ve şadırvanın seyri.


Cami dış avlusundaki asırlık çınar ağacı. Ortasına beton dökülmüş ve çelik tellerle desteklenmiş.

Arka avlu. Sarı sonbahar yaprakları ve güneş.

Cuma, Eylül 07, 2007

Hande Foça'dan Gönderiyor...

Blogumun manevi annesi Hande tatilde. Ben Rize'deyken gönderdiğim resimleri o koymuştu bloga. Şimdi de Hande'nin Foça'dan gönderdiği resimleri ben yayınlıyorum.

Foçalı Balıkçılar


Damla sakızlı dibek kahvesi

Pazartesi, Eylül 03, 2007

Galata Köprüsü bakımı ne kadar sürer?

Yeni Galata Köprüsü'nün bakım onarım çalışması hakkındaki haber.

Bugün açıldığını tahmin ettiğim Galata Köprüsü bakımı için konulan uyarı tabelası. Tabeladaki tarihe dikkatinizi çekmek istiyorum.

Çifte Şelale - Dipsiz Göl

Bazen tesadüflere bırakacaksın hayatı. Olsun diye bir şeyi zorlamayacaksın.

Olmadı mı? Başka bir yola sapmalı.

Dün öğle yemeği için dışarı çıkmıştık ama yemeği planladığımız yer inanılmaz kalabalıktı biz de daha önce ordan ötesine geçmediğimiz yola bir bakalım diye girdik. Gerçi yol ayrımlarında hep görüyorduk Erikli Yaylası 10 km, Çifte Şelale; Küçük Dipsiz Göl 12 km, Delmece Yaylası, Mavi Yeşil Yol diye. Ama hiç sapmıyorduk ki yoldan, yolumuz düşsün oralara.

İşte dün sebep oldu. Karadeniz gibi olmasa da döne döne tepelere tırmandık kestane, ıhlamur, kayın ağaçları arasında. Şelale bulucaz diye Dipsiz bir göl bulduk. Sessizliğin sesini duyabildiğin, doğanın dinginliğini hissedebildiğin. Yeşil yapraklar arasından başına damlayan bir kaç damla yağmurla, "aslında sen doğaya aitsin" diyen doğanın sesini duyabildiğin.




Daha fazla yukarı gitmeye zamanımız olmadığı için geri döndük. 2km aşağıda Kent Ormanı girişinden girip şelale aramaya devam ettik. Gerçi tabelada şelale yazıyordu ama daha önce birilerinden kuruduğunu duyduğumuz için daha çok umutsuz bir arayıştı bizimki.

İçlere doğru yol alırken "Ormana girerken yakınlarınıza haber veriniz" tabelası, gerçekten ormanda olduğumuzu hatırlattı. Gökyüzünün görünmediği kahverengi yeşil patikaya girince su sesi duyduk. Akan bir su var aşağılarda demek ki şelale de var. Daha bir hızlanıp adımlarımız patikada yola devam ettik. Ahşap bir asma köprüden geçerken altta akan dere umut verdi. Grubun daha genç üyeleri bizden önde ilerleyip bir şey bulunca koşarak bize haber veriyorlardı. Önce ahşap basamaklar, seyir terası ve alt şelaleyi gördük. Biz sadece ona da razıydık.




Ama yukarı çıkan başka ahşap basamaklarda vardı. Ve basamaklarla ulaşılan güzel bir şelale daha. Şüphesiz ilkbaharda daha gür akan.





O kadar plansızdı ki bu gezi, fotoğraf makinem bile yoktu. Sadece cep telefonumla çekebildim.

Bu iki yer hakkında öğrendiğim detay bilgiler de şöyle:

DİPSİZ GÖL: Teşvikiye beldesine yaklaşık 10 km. mesafede olup yolu tamamen asfalttır. Yalova Orman İşletme Müdürlüğü, Çınarcık Orman İşletme Şefliği sınırlarında yer alan Çınarcık İlçesi, Teşvikiye beldesi, Erikli yaylasında yer almaktadır. Yalova istikametinden gelecek kullanıcılar, Çınarcık, Teşvikiye güzergâhını takip ederek, Armutlu, Gemlik; Bursa istikametinden gelecek olan kullanıcılar yolu asfaltlanmış olan Hayriye, Selimiye köyleri ve Delmece yaylası istikametinden kent ormanına ulaşabilirler. Kent ormanından 2,5 Km mesafede 530 metre rakımda bulunan büyük dipsiz göl ve bu gölden 1,5 Km mesafede 570 metre rakımda olan küçük dipsiz göl çevrelerinde bulunan zengin orman florası ve yaban hayatı yönünden yedi göller bölgesindeki güzellikleri aratmayacak niteliktedir.

KENT ORMANI-ÇİFTE ŞELALE: Yalova’ya 29 km. mesafede olup yolu tamamen asfalttır. Kent Ormanı 2005 yılında düzenlenmiş ve halkın kullanımına açılmıştır. Yalova Orman İşletme Müdürlüğüne bağlı Çınarcık Orman İşletme Şefliği sınırlarında yer alan Çınarcık İlçesi, Teşvikiye beldesi, Erikli yaylasında yer almaktadır. Yalova istikametinden gelecek kullanıcılar, Çınarcık, Teşvikiye güzergahını takip ederek Armutlu, Gemlik; Bursa istikametinden gelecek olan ziyaretçiler, yolu asfaltlanmış olan Hayriye, Selimiye köyleri ve Delmece yaylası istikametinden kent ormanına ulaşabilirler. Kent ormanının içinde görülmeye değer şelaleler, 2 km. yürüyüş patikası, çok amaçlı salon, çocuk oyun alanları, spor alanları, oturma ve dinlenme gurupları, tuvalet, çeşme, piknik yerleri, içme suyu ve lavabolar, asma köprü, seyir terasları, Erikli çifte şelaleleri, ıhlamur, kestane, meşe, gürgen, kayın ve çam ağaçları ile bezenmiş, her türlü kuş sesi eşliğinde doğanın insanlara sunduğu tüm güzelliklerin bir arada yaşanabilecek nadide güzelliklerin bulunduğu eşsiz bir mekândır.