Salı, Ağustos 22, 2006

Başlıksız

En son yazımı cuma günü yazmış olmama rağmen; sanki çok uzun süredir yazmıyormuş gibi hissediyorum.

Aslında yazacak değişik bir şeyler de yok kafamda; ama bazen öyle olur ki öylesine yazmaya başladığım bir yazı hiç ummadığım yerlere götürür beni. Daha önce farkına varmadıklarımı, gözümün önünde olup bitenleri farketmemi sağlar. Bakalım bu yazı da nerden başlayıp nerelere gidecek?

Yoğun ve yorucu günler yaşıyorum son zamanlarda. Artık yılan hikayesine dönmeye başlayan tadilatımız nihayet 14 Ağustos günü banyo duvarlarına ilk çekiç darbesinin vurulmasıyla başladı. Neyse ki koordineli bir çalışmayla bir haftada yeni banyomuza bir kaç eksik dışında kavuştuk.

İnsan tadilatı bir mimara teslim etmeden herşeyiyle kendisi uğraşınca bir sürü şey öğreniyor, bir sürü de sıkıntı yaşıyor.

Banyo tadilatında önemli olan tesisatçıymış ve onun çalıştığı bir fayansçı ustasının olması. Çünkü esas kırma işini tesisatçı yapıyor, onun döşediği tesisat üzerine seramikleri döşeyen kişiyle de uyumlu çalışması şart. Yani banyo tadilatının sonucu iyi bir takım çalışmasına bağlı.

Sırasıyla evin diğer bölümleri de tadilattan nasibini almakta olduğu için; sürekli evin içinde ustalar, toz, stress, sıcak her şeyi birbirine karıştırıp hareket ettirmesi her geçen gün zorlaşan bir hamura dönüştürüyor.

Ve bir kez geçtiğiniz yolu; bir daha ki geçişinizde aynı yerde bulamamak, tabelalar e-5'i gösterirken ve yol önünüzde akarken siz sadece durduğunuz yerden ona bakmaktan öteye geçemediğinizde hissettiklerinizi anlatmaya kelimeler yetersiz kalır.

Ki şu günlerde İstanbul'da araba kullanan kullanmayan herkesin aynı şeyi hissettiğinden eminim.

Evimizin üst tarafında yer alan eski londra asfaltı, bugünlerde londra çukuru olarak anılabilir. Çünkü yol diye bir şey yok sadece ortada meteor düşmüş gibi kocaman bir çukur ve etraftaki iş yerlerinin bahçesinden yol bulup geçmeye çalışan sürücüler için tam bir sabır testi.

E-5 derseniz yol boyunca çekilen tretuarlarla girişi kaçırdığınızda bi daha nerden yol bulup gireceğinizi kara kara düşünmenizi gerektirecek kadar karmaşık bir hale geldi.

Ama bunlar hayatımızın sıkıntıları. Trafik, hava, aşk, iş ve daha bir sürü şey...

Oysa unuttuğumuz hep görmezden geldiğimiz, ihmal ettiğimiz tek bir gerçek var.

Sağlık...

Nefes alamıyorsan, bir yerin ağrıyorsa, yürüyemiyorsan, göremiyorsan bu sıkıntıların ne anlamı olabilir ki?

Dayım yaklaşık 50 gün önce bir trafik kazası geçirdi. Dış görünüşünde ciddi bir şey olmamasına rağmen omurilik zedelenmesi nedeniyle boynundan altı bir süre hiç bir şeye tepki vermedi. Çok şükür ki yavaşta olsa iyileşme sürecine girdi. Artık yürüyebiliyor ama ellerini tam kullanamıyor. Haftasonu telefonunu kulağında tutup konuşabildiğini, acemi hareketlerle su şişesinin kapağını açabildiğini görmek hepimizi çok mutlu etti.

Boynuna aldığı darbe biraz daha aşağıya isabet etmiş olsaydı şu an böyle bir yazı bile yazıyor olamazdım.

Sağlıklıysanız her şeyin bir çözümü, her sıkıntının bir ferahı vardır.

Hiç yorum yok: