Cumartesi, Aralık 30, 2006

Kanyon

30 Ocak günü geç saatlere kadar çalıştıktan sonra, çıkışta Kanyon'un renkten renge bürünen kulesini görmek keyifliydi.



Cuma, Aralık 29, 2006

İyi ....

Bana göre ne bugünlerden cuma, ne bayram geliyor ne de yılbaşı.

Sadece peş peşe sıralanmış iş günleri. Otomatik bir şekilde bu günleri yaşıyorum sadece.

Bu yüzden de iyi seneler, iyi bayramlar, iyi tatiller bana hiç bir anlam ifade etmiyor.

Yeni yıla ait yaşadığım tek an iki hafta önce yazdığım yılbaşı kartlarıydı. -Bi de Paşabahçe'ye gittiğim zaman-

Bugünlerde kartlarımın ulaştıklarından aldığım hoş tepkiler hatırlatıyor arada bir yaşadığımı.

Salı, Aralık 26, 2006

Hande'nin Yeni Yıl Düşü

Ben yoğunluktan yazamıyorum, düşünemiyorum artık. Sevgili Hande sağolsun kırmadı beni. Benim yerime Hande'nin yazısını paylaşıyorum sizinle.

Teşekkürler Hande...



Yılbaşı insanlara ne anlam ifade eder bilmiyorum ama benim için hüznün ve mutluluğun buluştuğu zamandır yılbaşı. Ah birde İstanbul kalabalık olmasa bu kadar, hediye alışverişine çıkmasak ama öyle dolanırken bir şey görsek “Bu anneme çok yakışır” diye alıversek hemen. Kasada sıra olmaksızın, fiyatlar yalnızca yılbaşı olduğu için bu kadar uçuk olmaksızın elimiz kolumuz dolu gelsek eve. Ev çok geniş olsa, kocaman bir yılbaşı ağacı kurulu olsa salonda camın önünde. Altına hediyelerimizi koysak.

Yılbaşı günü trafikten keşmekeşten çok uzak sakin bir gün geçirsek. Sabah erkenden kalkılıp yemekler pişmeye başlasa mutfakta. Hava soğuk olsa dışarıda, mutfağın camı buhar olsa, cama adımızı yazsak işaret parmağımızla.

Akşam tüm hane halkı toplansa sofraya, güzel güzel ve yavaş yavaş yemekler yense. Sıcacık sohbetler ederek. Sonra koltuklara geçilse, aile reisi elinde torba ile tombala sayılarını çekse.

Artık bunlar yaşanmıyor yılbaşında. Sabah kalkınca bir yere gitmek istesen gidemiyorsun. Araban olsa trafikte saatlerce takılı kalıyorsun veya toplu taşıma aracı bulmak için saatlerce bekleyebiliyorsun soğuğun altında. Yapılacak alışveriş burnundan geliyor kalabalıktan. Alışverişi yapsan uzun süre kasada ödeme yapmak için bekliyorsun. Evde artık yemekler pişmiyor, başka bir yere meze yaptırılıp evde tabağa aktarılıyor yiyecekler. Mutfağın camı buhar olmuyor. Sonra kuruluyoruz televizyonun başına o kanal senin bu kanal benim dolaşıp duruyorsun. Televizyonda havai fişek patlayınca miskinleşmiş vücudunu kaldırıyor ve öpüyorsun evde kalmış bir kaç kişiyi.

İnsan bazen kalabalığa karışmak istiyor o gece. Yanına bir kaç sevdiği kişiyi alıp eğlenceye dalmak istiyor kar yağarken. Mesela yılbaşı gecesi Taksim’de olmak çok isterim ama ne yazık ki hergünü eğlenmeye ayıran bir millet olarak yılbaşı gecesi içilen ekstra içkiler şişede durduğu gibi durmuyor ve çok tehlikeli bir hal alıyor sokaklar özellikle İstiklal Caddesi.


Ben evdeyim her zamanki gibi tuzlu fıstığımla. Umarım sizde hayal ettiğiniz ve huzur bulduğunuz yerde olursunuz. Mutfak camına unutmazsanız benim ismimi de yazın.

İyi seneler...

Pazartesi, Aralık 25, 2006

Çarşamba, Aralık 20, 2006

Nefes Almak İstemiyorum

Geçen sene kış vakti; plaza akvaryumundan çıkıp gerçek havayı solduğumda “kış kokuyor” demiştim. Üzerine de (bence) güzel kokulu bir yazı yazmıştım.

Oysa dün akşam daha akvaryumumun içindeyken havadaki kirliliği –belki psikolojik- hissediyordum. Dışarı çıktığımdaysa yanılmadığımı üzülerek gördüm. Bırak havanın kış kokmasını; elimden gelse nefes almazdım.

Durmadan bi yerlere koşturuyor, bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz; yarınlarda daha güzel yaşamak için.... Tüketiyoruz çevreyi, kendimizi, ömrümüzü bunları yaparken.

Salı, Aralık 19, 2006

Cam

Yılbaşı denince alışveriş çılgınlığı zirve yapsa da; bu benim için pek geçerli değil.

Ama.........

Elimden gelse bütün Paşabahçe’yi eve taşıyabilecek kadar cam tutkunuyum. Özellikle renkli ve modern camlar.

İşime yakın iki tane büyük Paşabahçe mağazası olması şansım mı, şanssızlığım mı bilmiyorum ama ben orada kendimi kaybediyorum. Çünkü her Paşabahçe dönüşümde bi daha gittiğimde resim çekip bloguma koyayım desem de; ordayken aklımın ucuna bile gelmiyor.

Bugünkü turum sırasında Hande’yle birlikteydik. Aslında beni Hande’den dinlemenizi isterdim; o kadar doğal ve güzel anlatıyor ki...

Mesela Paşabahçe’deki her ürünün ne işe yaradığını anında söyleyebiliyorum.

Hande: Bu ne?
Yonca: Yumurta şapkası;

Hande: Aa bu ne?
Yonca: Bardak altlığı.

(Tabi daha onun farkedip sormadığı ama benim bildiğim kutu kola açacağı ve daha neler neler)

Yonca: Bu şamdanın bi kaç ay önce rengarenk olanını almıştım

Yonca: Kadehlerin yerini değiştirmişler

Sakin sakin rafların arasında dolaşırken Hande’nin bir an beni yalnız bırakmasıyla; yılbaşı için yapılmış kırmızı yeşil şampanya kadehlerini alırken beni bulması arasında geçen zaman gerçekten kısaydı.

Kanyon’daki Paşabahçe’nin girişinde aldığım kırmızı yeşil kadehlerle yapılmış çam ağacını görürseniz sanırım beni daha iyi anlarsınız.

Pazartesi, Aralık 18, 2006

Çinli Hıncal

Hıncal Uluç'un şimdiye kadar öğrenmediğimiz görmediğimiz yönü kalmadı diye düşünüyorsanız...

Çok fena halde yanılıyorsunuz.


Koskoca Saatli Maarif Takvimi yanılacak değil ya....

Salı, Aralık 12, 2006

UNICEF


Yılbaşı üzeri sevdiklerinize küçük hediyeler vermek, kart göndermek istiyorsanız. Unicef'in hediyelerini tercih ederek çocuklar için bir şeyler yapabilirsiniz.

Ben göndereceğim yılbaşı kartlarını tabii ki www.unicefturk.org dan aldım. Kartlarla birlikte kataloglarını da göndermişler. Katalog sayfalarında ufak bir dilek var.

" Bu kataloğu ilgilenebileceğini düşündüğünüz dostlarınızla ve iş arkadaşlarınızla paylaşmanız bizleri çok sevindirecektir"


UNICEF 2006-2007 Kolleksiyonu

Cuma, Aralık 08, 2006

Perşembe, Aralık 07, 2006

Bulutlar

Atlas Okyanusu, okyanusun üstünde bulutlar, bulutların üstünde uçak...


Bulutların üzerinde
Okyanus üzerinde

Sis altında Frankfurt, Frankfurt üstünde uçak...

Frankfurt'a inerken

Ablamın Kanada yolculuğundan uçaktan çekilmiş fotoğraflar

Salı, Kasım 28, 2006

Kurbağa Prens

hande'nin doğumgünü kurbağası

Öpüldüğünde prens olma ihtimali düşük olsa da; Hande'ye arkadaşlarının gönderdiği güzel bir doğum günü çiçeği bence.

Sizce??????????

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Yılbaşı Kartları

Eskiden aramanın bedeli jetonla ölçülürdü;dolayısıyla bir çok jetonla...

Tam da benim yazmayı düşündüğüm konuya denk düşen MSN Live’in reklamında geçen kelimeler bunlar.

Kaynaklar kıtken üretilen, paylaşılan, tüketilen şüphesiz daha değerliydi. Her aradığınızda bir cep telefonu uzağınızda kolayca bulamadığınız insanlar; uzaklardaki sevdiklere kalemle yazılan sözler daha inanılır daha sevgi dolu değiller miydi?

Yine bir köşe yazısında; önceden sadece ev ve iş telefonundan ulaşılabiliyor olmanın bugünkü sınırsız özgürlükle; daha mı özgür yoksa daha mı tutsak hale geldiğimizi düşündürdü. Elbette kapalı telefon tüm özgürlüğü geri verse de; zaman zaman özgürlüğün de bir açıklamasına gerek olabiliyor.

İnsanın kardeşinin olmasının avantajlarından biri olarak, farklı yapılarda da olsanız yıllar sonra geçmişten sakladıklarımızda aynı lezzeti bulabilmek. Bana kalsa kolleksiyon yapmazdım. Ama ablamın ufakta olsa kart, pul, para ve peçete kolleksiyonları yapması bugün benim keyifle geçmişi hatırlamamı sağlıyor.

Haftasonu; yüksek dolapların içinde yıllardır kapağı açılmamış kutulardaki eski tebrik kartlarıydı karıştırdıklarım.

20 yıllık yılbaşı kartları

Bayramlarda, yılbaşında evimize gelen, yazıp gönderemediklerimiz, o dönemde yurtdışında olan babama yazdıklarımız, arkadaşlarımdan, kuzenlerimden gelen onlarca kart. Pulları durmaktan kararmış yılbaşı kartları. Çoğunun üzerinde tarih yok ama hepsi 80’lerde yazılmış kartlar. Sadece bir tanesinde; kuzenim Ayten’den gelen ve 85 yılının çok iyi geçmesini dileyen kartta tarih buldum. Yani 21 sene önce.

Hangi e-kartı, sms’i 20 sene yada daha uzun saklarsınız?

Ben bu sene tüm sevdiklerime, tanıdıklarıma sanal dilekler yerine gerçek yılbaşı kartları göndermeye karar verdim. Tek tek kartları seçip, el yazımla yazıp, zarfa koyacağım ve ellerimle postaya vereceğim.

Zamansızlıktan yakındığımız zamanlar için fazlaca emek ve zaman isteyen bu faaliyet; belki elektronik yaşamdan gerçeğe yaklaşmak için güzel bir fırsat.

Herkesi bu yeni yıl sevdiklerine; kalemle yazılmış gerçek dilekler göndermeye çağırıyorum. Sadece bir iki kişi için bile olsa; bunu yapmanın herkese iyi geleceğini düşünüyorum.

Dahası; posta adresini bildiren herkese kart atacağıma da söz veriyorum.

Salı, Kasım 07, 2006

Yazmayı Çok Özledim

Yazmak kendime ayırdığım zamanlara ait en keyif aldığım iştir demiştim...

Ama bu aralar kendimle kalamıyorum. Kısa anlarda kendime yazacak cümleler kurabiliyorum. Ancak an o kadar kısa oluyor ki yazıya geçemeden, ben kalem kağıda ulaşamdan uçup gidiyorlar.

Tatil sonrası yazarım diye hayaller kurarken; bayramın 2. gününden beri süren üst solunum yolu enfeksiyonu çalışmama engel olamasa da yaşamımı sekteye uğratıyor. 15 gündür öksüren, hapşıran, burnu akan, sesi garip çıkan yorgun savaşçı modunda her şeye yetişmeye çalışan bir garip hastayım.

Yazmayı çok özledim...

Ama iş yoğunluğum ve hastalığım şimdilik pek izin vermiyor.

Sonbahar Yaprakları

güneşte yapraklar
çimlere basın
süpürülmüş yapraklar
Gülhane Parkı
Gülhane Parkı

Pazartesi, Ekim 30, 2006

Kavaklı Sadık Reis*

* Fener-Balat'la ilgili bir yazıda balıkçı olan Kavaklı bir Sadık Reis'ten bahsediliyordu. Bahsedilenin eniştem olup olmadığını anlayamadım ama tabir hoşuma gittiği için kullanmak istedim.

Rize'nin Çiftekavak köyünden Sadık Reisler. Atatürk'ün öldüğü zamanlarda bir delikanlı. Balıkçılık yapıyor. Çok sevdiği deliler gibi aşık olduğu bir kadınla nişanlıyken Beyoğlu'nda gezerken bir araba çarpıyor ikisine birden. Günler sonra kendine geldiğinde sevdiği kadını görmek istiyor. Önceleri göstermiyorlar, öldüğünü düşünmeye başlıyor. Sonunda sevdiği kadını üzerinde bir hemşire peleriniyle gördüğünde mutluluktan uçuyor. Koşup sarıldığında ise pelerinin altında bir kolunun olmadığını fark ediyor. Hastaneden çıktıklarında birinin kolu yoktu, diğerinin bir ömür onunla olacak ayağında hafif bir aksama vardı.

Gerçek aşk fiziğin üstündedir. Evlendiler. Tek koluna rağmen tüm işlerini kendisi yapıyor hatta balık bile ayıklıyormuş. Ama hiç çocukları olmadı. Güzel ve marifetli genç kadın hayatını normalmiş gibi sürdürse de içinde biriktirdikleri çok da fazla yaşamasına imkan vermemiş olsa gerek. Eyüp Mezarlığında Piyer Loti'nin hemen aşağısında son yerine gidiyor. 30 Ekim 2000'de de sevdiği adam.

Büyük aşkının üzerine başka bir aşk yaşamasa da 70'lerde teyzemle evleniyor. 74'te bir kızları oluyor. Ve hayat sürüyor.

Eniştem Haliç'te balıkçılık yapardı. Çoğu zaman canlı hamsileri getirir suya koyar biz de onların yüzmelerini keyifle seyrederdik. Misafiri, misafir ağırlamayı çok seven eli açık bir insandı. Orda kaldığımız gecelerde yatsı namazını kılıp eve gelirken mutlaka bize seveceğimiz şeyler getirirdi.

Küçük Mustafa Paşa semtinin en hatrı sayılır, sözü dinlenir, emin kişisiydi. Balıkçılık dışındaki zamanlarda takım elbisesi, kravatı, yazları hasır fötr şapkası, kışları da siyah bere şapkasıyla her zaman şık her zaman kendine özenliydi.

70'lerine geldiğinde ben daha 19'um diyebilecek kadar da gönlü genç, yaşam dolu bir insandı.

Cumartesi, Ekim 28, 2006

Tarihte Bugün

Bazı günler vardır, tam günü gününe denk gelir ve yıllar öncesi aynı günü aynı şeyleri hatırlatır.

6 yıl önce 28 Ekim...

Yine bir cumartesi. Soğuk bir sonbahar günü Çiftehavuzlar'daki kuzenimde kalmış çocuklarla vakit geçirmiştim. Geç saatlerde eve dönmüş, sonra da hasta olan teyzemin eşini ziyarete gitmiştik. Son görüşüm olduğunu bilmeden...

Bir hafta önce evlerinin çatısını aktarmıştı, yorulmuştu üşütmüştü, kalkamıyordu yataktan. Oysa ki prostat kanserinin son hamlesiydi yaşadıkları. Kendisinin de bilmediği yada bilip de hastalığını söylemediği.

29 Ekim Pazar...

12'de gelen telefonla eniştemin vefat ettiği haberini aldık. Ve teyzemlere gittik. Gece eve döndüğümüzde sitenin dışında yapılan yol çalışması sırasında sadece bizim elektrik kablolarımızın kesildiğini ve elektriklerimizin kesik olduğunu gördük.

30 Ekim Pazartesi...

İşe gitmek zorundaydım cenazeye katılamadım. En sevdiğim eniştemdi.

Akşam yükseklisansın ilk dersi vardı. 18:30'da okula gittim. Ders başlamıştı. Son derece karizmatik bir erkek masanın kenarına oturmuş, hiç alışık olmadığım bir şekilde "buraya para ödüyorsunuz hakkınızı sonuna kadar kullanın, isteyin" diye provakatif konuşmalar yapıyordu. Okulda böyle bir hoca yada asistanı farketmemiş olmam imkansızdı çünkü bölümdeki hemen hemen herkesi tanıyordum.

Ders sonunda öğrendim ki; Baymak'ın Genel Müdürü ve bizim bölümden mezun Murat Akdoğan'mış.

Ders keyifliydi. Ama bitti. Ve ben elektrikleri kesik eve gidip tek başıma olacaktım. Yalnız kalmak istemiyordum.

Cuma, Ekim 27, 2006

Karışık Fotoğraflar


Yaramazlık dediniz mi üstüne yoktur. Kafesin kapısı açıldığında her seferinde bakalım bu sefer neler yapacak diye onu takip ediyoruz. Çekmecelerin yolunu bulmuş.

Açılan çekmece ve dolapların içi en merak ettiği yerler. Dolabın kapısını kapattığı için ablama bağırsa da açık bıraktığımız çekmecenin içini itinayla inceledi. Yani bizim evdeki çekmecelerin dağınıklığının suçlusu bu fotoğrafla belgelenmiş oluyor.






Ayşegül'le birlikte çalıştığımız yıllarda iftarı iş yerinde yapıyorduk. Çok keyifli iftar yemeklerimiz olmuştur. Bu sene de böyle güzel bir iftar yaptık birlikte. Ama daha kalabalık olarak bizim afacan ikizlerle. Büyümüşler, kocaman olmuşlar. Kızımız biraz ağır, oğlumuzsa herkese gülücük dağıtan tam bir çapkın. Maşaallah diyin!



Ramazan'ın en keyifli zamanlarından biri de sevdiklerinle kalabalık iftar sofraları...

Ve bir kez daha benden güllaç...

Ağırdır Sonbahar

Her zaman taşıdıkların zor gelir artık sana; ümitler ümitsizlik çukuruna yuvarlanır sanki hep birden.

Her şey daha çabuk yorar, daha çabuk tüketir seni. Zor gelir bazen koşmak, gülmek, sevmek...

Ağırdır sonbahar.

Karanlık bulutlar yere yakındır, yüklenmek için omuzlarına.

Yağmur, gökgürültüsü, soğuk rüzgar, yerdeki yapraklar kolaylaştırmaz ki yaşamayı.

Güneş te yoktur; sarılıp kollarına yükseklere çıkmak, içini ısıtmak için...

Cuma, Ekim 13, 2006

İftar Önerisi

Ramazan sona ermeden güzel bir iftar programı önerisinde daha bulunuyim istedim.

Kiliza...

Antep mutfağının lezzetli yemeklerini mükemmel bir servisle almak için önerebileceğim çok güzel bir yer. Levent'te yeşillikler içerisinde bir vaha. Öğle ve akşam yemekleri için sıklıkla tercih ettiğim mekandaki iftar da oldukça iyiydi.

Menüde ne varsa hepsinden yedik diyebilirim. Çünkü ramazan için hazırladıkları set menü herşeyin tadına bakmanız için hazırlanmış. Ana çorbanın yanına antepe özgü naneli ve ekşili ve içinde sanırım bulgurdan küçük köftelerin olduğu bir çorba daha servis ettiler. Ara sıcaklar da aklınıza gelebilecek her şey. İçli köfte, börek, fındık lahmacun, kurutulmuş patlıcan dolması, közde biber ve domates.

Yöreye özgü pirinçten değişik bir pilav, simit kebabı, tavuk şiş yanısıra kırmızı et. Sürekli masaya eklenen yeni şeylerle benim artık yeter diye çığlık atasım geldiyse de arkadaşım her şeyi keyifle yediği gecenin sonunda kıpırdayamayacak hale geldi diyebilirim.

Tabi bir de karışık tatlılardan oluşan tabağı atladım. Bütün bunlarla doymadıysanız diye; devam etmek ister misiniz diye soracak kadar da misafirperverler.

Bir de yemeğin üstüne mırra servisi yapıyorlar ki; ben hayatımda ilk defa içtim. Garip bir kokusu var ve çok sert. İlk küçük yudum idare ederdi ama ikinci yudumu almak çok akıllıca değildi.

Yeme kapasitenize güveniyorsanız Kiliza'da iftarı kaçırmayın derim.

Kış akşamlarının keyfi biraz da bozadır bana göre. Ramazan akşamımızı biraz daha keyiflendirmek için yemekten sonra da Vefa'ya bozanın gerçek yerine gidip boza içtik. Hani olsaydı ordan da bi direkler arası yapıp, kantolarla, hacivat ve karagözle, temsillerle gecemizi neşelendirmek isterdik.

Keyifli iftarlar için son bir hafta...

Kiliza: 212 325 71 70

Çarşamba, Ekim 11, 2006

Adını Bile Anmak İstemediğim Ülke

“Ermeni soykırımı olmamıştır” demeyi yasaklamak...

Böylesine anlamsız bir yasak kralların halkına onu yapmayın, bunu söylemeyin diye fermanlar ilan etmesine benziyor. Kral o halkın tek sahibidir, istediğini asar, istediğini keser çünkü halkın söz hakkı yoktur. Yani onlar bir hiçtir.

Şimdi bu yasanın çıkacağı ülkeye bakalım. Az önce söylediklerimden farklı bir tarafı var mı?

Fransız halkının ne düşündüğünden öte; ne yerine konduğuna dikkat çekmek gerek bence. Zaten sözde ermeni soykırımı konusunda Fransa artık kendini aşmış durumda söyleyecek bir şey bulamıyorum.

Söyleyemediğime göre, yapabileceğim bir şeyler olmalı. Hepimizin yapabileceği gibi. Fransa’yı Fransız mallarını hayatımızdan çıkarmak.

Bu konuda pek çok mail gelmeye başladı bile. Maillerde firma isimleri geçiyor ama benzer durumlarda yanlış şirketler ve yönlendirmeler yapıldığı için isim yazmak istemiyorum. Ama alışveriş yaparken etiketleri okuyup biraz daha dikkatli davranabiliriz.

Tatil geliyor; Fransa turlarına gönül rahatlığıyla gidebilir misiniz? Bir fransız şarabı içerken yada yemeği yerken içiniz rahat edebilir mi?

Edebiliyorsa zaten; o yasayı çıkarmaya çalışanlardan hiç bir farkı yoktur.

(Biraz önce Google'da fransız mallarıyla ilgili bir arama yapıyordum. www.annecocuk.com adlı sitenin forum sayfası çıktı karşıma. Bir kaç sayfasını okudum da; ne kadar duyarsız ve bencil insanlar var. Bu foruma üye olanların büyük çoğunluğunun anne olduğu düşünülürse gelecekte nasıl bir neslin yetişmekte olduğu üzüntü verici.)

Salı, Ekim 10, 2006

Renkli Kalemler

Baktım da yine yazmayalı bir hayli olmuş. İşlerimin bugünlerde oldukça yoğun olması ve kendime vakit ayıramıyor olmamdan dolayı bu ara. Daha önce de söylemiştim; yazdığım zamanlar kendime ayırdığım özel zamanlarımın aktivitesi diye. İşte bir süredir, böyle bir zaman bulamıyorum. Bir değişiklik olmazsa cuma gününden itibaren yıllık iznimin bir bölümünü kullanacağımdan kendime ayırdığım zamanı arttırabileceğimi düşünüyorum.

Şimdilik özel bir programım yok ama evde olabilmek bile benim için keyifli bir tatil demek. Ama en kötü ihtimalle yarım kalan İstanbul turuma devam edebilirim.

kalemlerim
Yazmayı seven birisi olarak; kalemler, defterler kısacası kırtasiye ürünlerine aşırı bir düşkünlüğüm var. Geçenlerde de D&R'da dolaşırken yeni kalemler gördüm. Rengarenk ince uçlu kalemler. Sıradan olmayan renklerinden hemen alıp defterlerime renkli notlar yazmaya başladım.

Bir de ev eşyaları alışverişi var ki; koltuk ve halı gibi büyük şeyleri kastediyorum. Hiç sevmediğim ama bugünlerde yapmak zorunda olduğum bir şey. Herşey o kadar birbirinin aynı ve sıradanki; bir süre sonra aynı şeyleri görmekten mideniz bulanıyor ve yeter artık istemiyorum ben boş evde daha mutluyum diye isyan edesiniz geliyor.


Ama edemiyorsunuz, kaldığınız yerden devam ediyorsunuz.

Çarşamba, Ekim 04, 2006

Güllaç

Ramazan deyince güllaçsız olmaz. Ancak pazar günü yapmaya fırsat bulabildim. Paketin tamamı 400 gr yaklaşık 21-22 yaprak geliyor. Ve kalabalık misafir gelmiyorsa hepsini bir kere de yapmıyorum.
Paketin üstündeki klasik tarifi uyguluyorum. 3 kilo süte 1 su bardağı toz şeker ve isterseniz biraz da gülsuyu. Şekerli süt ılık haldeyken güllaçların parlak tarafı üste gelecek şekilde üzerine kepçeyle sütü döküp her tarafının ıslanmasını sağlamak gerekli. Hepsi bittikten sonra 1-2 saat dinlendirmek tüm sütü çekmesi için gerekli.

Ceviz, fındık yada fıstığı ister içine ister servis yaparken sadece üstüne dökmek tamamen sizin keyfiniz.

Güllaçla ilgili bir püf noktası; sütün ılıklığı güllaçın lezzetinde çok belirleyici. Nasıl anlatırım bilmiyorum ama ılık fakat çok hafif sıcaklığını hissedebileceğiniz bir ılık.

İstanbul'da İftar

Her ay başında olduğu gibi bu ayın da ilk günleri yoğun geçtiği için yazmaya hiç fırsat bulamadım.

Cuma akşamı Karaköy Liman Lokantası'nda iftardaydım. Cuma akşamı çok şiddetli yağmur yağdığı saatlerde şemsiyemle yolda yürüyordum. Ancak pek çok insan da şemsiyesi olmasına rağmen mağazaların ve evlerin kapıları içinde yağmurun şiddetini azaltmasını bekliyordu. Bense içimde garip bir huzur ve neşeyle, yüzümde hafif tebessümle yağmurun şiddetinden keyif alıyordum. Aslında bu tebessüme yaptığım en keyifli metro yolculuğunun katkısını da inkar etmemek gerek.

Bindiğim vagonda 3-4 yaşlarında bir erkek çocuk poşet içindeki pamuk şekeriyle ilgili olarak ağlıyordu. Annesi ve babası ile birlikte seyahat eden çocuğun probleminin ne olduğunu, "yıllardır yemedim" demesiyle herkes anlamış oldu. Sanırım pamuk şekerini eve gitmeden yemek için son kozunu oynuyordu. Sadece 3-4 yıllık ömründe -yıllardır yemedim- diyecek kadar çok istemişti pamuk şekerini. Bütün vagon gülmeye başladı.

Biraz ilerdeyse annesinin kucağında oturan henüz bir yaşını doldurmadığını tahmin ettiğim iri kahverengi gözlü bebek; gözlerini dikmiş kırpmadan yan tarafta oturan adama bakıyordu. İlgiye kayıtsız kalmayan adamsa öpücükler ve hareketler yaparak gülümsetmeye çalıştıysa da, tepkisiz bir şekilde gözlerini kırpmadan seyretmeye devam etti. Bakışları ne yanında oturana, ne ağlayan çocuğa hiç bir şeye kaymadı. Ta ki gözlerini diktiği kalkıp gidene kadar. Kısa bir süre onu takip etti ama yerine başka biri oturduğunda gözler yine aynı noktadaki başka birisine dikildi. Aynı takip devam etti. Ama bu kez direnci kırılmış olmalı ki küçük gülücüklerle içimin ısınmasına neden oldu.

Ve Liman Lokantası........

Daha önce duyduğum ama hiç gitmediğim Liman Lokantası manzarasıyla muhteşem. Gün batımında bir de yağmur sonrası İstanbul'un güzellikleriyle sadece midemizi değil ruhumuzu da doyurduk diyebilirim. Dekorasyon ve yemeklerin iyi olduğu mekanda iftar boyunca canlı fasıl ve iftar saatinde masaların arasında dolaşan davulcuyla keyifli bir yemek yaşadık. Ancak ramazan nedeniyle herkese herşeyin aynı anda sunulmasının getirdiği zorluktan kaynaklandığını düşündüğüm bir servis problemi vardı ki; ramazandan sonra bir kez daha gidip kontrol etmek şart oldu.

Bulunduğu semt ve bina itibariyle köhne sayılabilecek bir binada; restoranın kapısından içeriye girince kendinizi farklı bir dünyada buluyorsunuz.

Bu arada iftar seçenekleri yazımda belirttiğim 25 YTL KDV hariç fiyatı.

Güzel bir akşamdı ama henüz hayalimdeki iftar yemeği olmadı

Cuma, Eylül 29, 2006

Bu Sabah

Pek sevmediğim mevsimin en sevdiğim zamanları yaşanmaya başladı. Sabah kalktığımda karanlık bir hava ve sağanak yağmur vardı. Servise yürürken yağmur durmuş gri bulutlar arasından beyazlar kendini göstermeye çalışır halde gerideki maviliği haber veriyordu. Yarı açık yarı kapalı Zincirlikuyu'ya geldiğimizde sımsıcak bir güneş masmavi gökyüzü ve bembeyaz bulutlar "SEVİYORUM" diye bağırıyordu.

Ağaçlar yeşilden sarıya geçişte, bazıları kızılı seçmiş kendine sonbahardan. Son günlerde hissettiğim dayanılmaz yeşil kokusu özlemi son noktaya geldi.

Yok.

Yaşadığım günlük hayatta yok yeşilin kokusu. Uzaktan görüntüsü, sitelerin bahçesindeki çalılardan bile medet umar oldum ama yok. Yağmurdan sonra havayı çekiyorum içime bir teselli bulmak için.

Ben yeşili koklamak istiyorum.

Perşembe, Eylül 28, 2006

Burdayım

22 Eylül'den beri yeni bir şeyler yazamadım. Yazamadığım süre uzadıkça; yazmamanın ben de yarattığı baskı da artıyor. Bu nedenle arada kısa da olsa, sıradan da olsa bir şeyler yazayım dedim.

Malum pazar günü ramazan başladı. Tatlı telaşı her gün var. Yaz başından beri bahsettiğim tadilat bitti. Şimdi dekorasyon kısmına geldik. Her aşama bir öncekinden kolay olacağına daha mı zor oluyor ne?

Geçen hafta aldığımız koltuk takımı eve geldikten sonra ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Tamamen minderli olduğunu düşündüğünüz koltukların çok ustaca bir şekilde bu görüntüye kavuşturulduğunu görünce ciddi hayal kırıklığına uğruyorsunuz. Ancak gel gör ki piyasada bu tarz koltuklar çok -artık her gördüğüm koltuğun önce tüm minderlerini kaldırıyorum-

Parası ödenmiş eve gelmiş koltukları geri almazlar diye düşünseniz de; hiç sorun çıkarmadan firma gelip koltukları geri aldı ve ödememizi de hiç sorunsuz geri verdi. Gerçi gelen koltuklardan birinin arka profilinin kırık olması da işimizi kolaylaştırmış olabilir. Ama iki ileri bir geri dekorasyon çabalarımıza devam ediyoruz. Ancak boş salona o kadar alıştım ki; eşyalara yeniden nasıl alışıcam bilmiyorum. Papağanımızda sanırım durumdan memnun ki; kafesinden çıkınca pıtır pıtır yerlerde dolaşmaya bayılıyor. Şık inişler, zarif pikeler yapıyor eşya engeline takılmadan salonda. Bi de tüyleri tamamen düzelse.

Geçen seneki fotoğrafı



Yaz başında yaşadığımız ciddi rahatsızlıktan bahsetmiştim. Şimdilerde iyi sayılır, dökülen bölgelerdeki tüyler çıkmaya başladı. Ama diğer yandan hala başka yerlerden tüyleri dökülüyor. Bu aralar da kanatlarının üstü. Dilerim tamamen düzelir. Eski tüylü yumak günlerine döner.


Ben burdayım aslında. Ramazan nedeniyle biraz rehavet çökse de, elimden geldiğince sık yazmaya çalışıyorum. Malum akşam ancak iftar saatinde kapıdan içeri giriyorum. Sahura kalkmaktan keyif alsam da uykusuzluk anlamında bana ciddi bir darbe vurduğunu inkar edemem. İlk hafta alışma süreci; gelecek hafta düzeni kurarım herhalde.

Ayrıca haftasonu çalışıp, blogum için biraz malzeme yaratmayı düşünüyorum. Yani beni okumaya devam edin ;)))))

Cuma, Eylül 22, 2006

İstanbul Klasikleri

İstanbul valiliğinin internet sitesinde bir zamanlar Şehr-i İstanbul diye bir derginin yayınlandığını gördüm. En son 2005 yılı kaydına ulaştığım dergide İstanbul'la ilgili çok güzel yazıların yanısıra bir de İstanbul klasikleri diye çok hoşuma giden öneriler buldum. Çoğunu daha önce yaptığım ve kendi yorumlarımı da ekleyerek daha keyifli ve özel bir hale getirdiğimi düşündüğüm yazım.

Buyrun...

Yeni Cami ve Güvercinler1. Eminönü Yenicami önünde kuşlara yem verin. (en son çocukken Fatih Cami avlusunda kuşlara yem vermiştim; tabi evin camına gelenlere verdiklerimi saymazsak)
Vapur ve Martılar
2. Eminönü'nde vapurlardan birine atlayıp Boğaz'ın tadını çıkarın. Vapurda çıtır simit eşliğinde demli bir çay için. Martılara simit atmayı unutmayın. (yolu biraz da uzun tutmak için Boğaz hattını tercih edin. Benim bu yaz tatilimde yaptığım gibi)

3. Tarihi Konyalı Restoran'da geleneksel Türk mutfağının birbirinden özel lezzetlerini tadın.(Yemekle pek aram olmadığı için ben bu maddeyi atlıyorum)
Tahtakale
4. Tahtakale'deki tezgâhlarda satılan irili ufaklı ıvır zıvırları inceleyin. (O sokakları bana sorun, nerde ne bulabilirsiniz hepsini bilirim)
Ali Muhiddin Hacıbekir
5. Ali Muhiddin Hacı Bekir'in tadına doyulmaz lokumlarını tadın. (Evet, bunu atlamışım bundan sonraki ilk gidişimde mutlaka)

6. Mısır Çarşısı'ndaki dükkânlardan baharat alın. (Her zaman)
Mısır Çarşısı
7. Mısır Çarşısı'nın girişindeki tarihi Pandeli Lokantası'nda öğle yemeği yiyin. Patlıcan salatasını mutlaka tadın. (Hep niyetlendim ama hala gidemedim. 11:30-16:00 arası hizmet veriyor)

8. Tarihi Kurukahveci Mehmed Efendi'nin tadına doyulmaz Türk kahvesinden alın. (Mehmet Efendi yerine yürüdüğünüz yolda hemen karşınıza gelen Kurukahveci İhsan'ı öneririm. Bana da Yavuz söylemişti. Her içenin çok hoşuna gidiyor.)
Kapalıçarşı
9. Kapalıçarşı'nın otantik havasını soluyun. Takı ve mücevher pazarı Bedesten'e uğrayıp ilginç takılar alın. (Hala tamamını gezemedim, ama bir günü orada geçirmeyi isterim doğrusu)

10. Gülhane Parkı'ndaki asırlık ağaçların gölgesinde oturun. (Vazgeçilmezim. Sonra da Setüstü çay bahçesinde benim için bir kahve için)
Gülhane Parkı
11. Arkeoloji Müzesi'ni gezdikten sonra tarihi eserlerle iç içe çay bahçesinde mola verin. (Çok hevesim var ama bu da henüz yapamadıklarımdan)

12. Caferağa Medresesi'ndeki geleneksel Türk el sanatları atölyelerini dolaşın. (Ebru yapımını seyretmek büyülenmek gibi bir şey)
Soğuk Çeşme Sokağı
13. Soğukçeşme Sokağı'nda yer alan ve tarihi evlerden oluşan pansiyonlardan birinde bir gece konaklayın. (Yürümek için güzel bir sokak ama Boğaz'daki butik otellerden birinde kalmayı daha çok isterim)

14. Ayasofya Camii ve Sultanahmet Camii'nin önünde fotoğraf çektirin. (Önünde fotoğraf çektirmekle kalmayın, içine girin. Benim bu yaz yaptığım gibi)
Sultanahmet ve Ayasofya
15. Sultanahmet Meydanı'ndaki sokak kahvelerinde oturun. (Olabilir)

16 Sultanahmet'teki el tezgâhlarından gümüş kolye,küpe, yüzük gibi elişi takılar ya da nazar boncuğu alın. (Turist olmadığınızı mutlaka belli edin)

Yerebatan Sarnıcı
17. Yerebatan Sarnıcı'nın kafesinde soluklanıp, bir kahve için. (Bunu da yapılacaklar listesine ekledim)

18. Arasta Pazarı'ndaki Türk halı ve kilimlerine göz atın. (Oraya kadar gitmişken Büyük Saray Mozaikleri müzesine de uğramanızı öneririm. Bir de komik gelecek ama Arasta'nın tuvaletine gidin)

19. Eskinin hapishanesi şimdinin dünyaca ünlü oteli Four Seasons'ta Sultanahmet Meydanı'nın muhteşem manzarasını seyredin. (Yapılacaklar listesinde)


Akşam Sultanahmet
20. Akşam saatlerinde, Sultanahmet Meydanı'ndaki süs havuzunun etrafındaki banklara oturup Ayasofya ya da Sultanahmet'in gece manzarasını izleyin. (Çocukken yapmıştık galiba bunu ama tazelemekte fayda var)

21. Tarihi Sultanahmet Köftecisi'nin meşhur köftesini ve irmik helvasını tadın. (tadmalı)

22. Çorlulu Ali Paşa Medresesi'nde nargile keyfi yapın. (Nargile de tütün içeriyor bildiğim kadarıyla ben bunu geçiyorum)

23. Cankurtaran ve Ahırkapı'daki tarihi Türk evlerinin sıralandığı sokakları gezin. (Hıdrellez'de de orada olun)

24. Beyazıt Çınaraltı'nda bir çay için. (Setüstü dururken pek cazip gelmiyor)

25. Beyazıt Sahafları'ndaki eski kitapları inceleyin. (Okul zamanı hoşuma gidiyordu da artık zevk vermiyor)

26. Laleli'deki deri satan dükkânlara uğrayın. (ilgilenenlere cazip gelebilir belki. Ama Laleli'de de eskisi gibi derici kalmadı bildiğim kadarıyla)
Galata Köprüsü'nde balık tutmak
27. Galata Köprüsü'nde balık tutun. (İlk ve son balık tutma denememi Çınarcık açıklarında yaptım. Ama ne hikmetse hiç tutamadığım gibi, oltayı elimden bıraktığım an diğerlerinin şansı döndü. Ben doğrudan bi sonraki maddeye geçeyim)

28. Galata Köprüsü'ndeki restoranlardan birinde balık yiyin. (Mutlaka)

29. Piyerloti'den Haliç'in doyumsuz manzarasını seyredin. (eski türk filmlerini yad edin)

Piyerloti
30. Haliç sahili boyunca sıralanan lokantalarda balık keyfi yapın. (düşünülebilir)

31. Fener ve Balat'taki yüzyıllık binaları gezin. (O binalar ve hikayeleri beni hep etkilemiştir. Hatta Fener'de geçen yüzyılı anlatan bir kaç kitap okudum son yıllarda ve Kırmızı Kilise hakkında blogumda yazmıştım.)


Tarihi Eyüp Oyuncağı
32. "Tarihi Eyüp Oyuncakçıları"nı ziyaret edin. (Sunay Akın'ın Göztepe'deki oyuncak müzesinde Eyüp Oyuncakları'nı satın alabiliyorsunuz. Gitmişken gezin de.)

Yazıdaki görselleri Google ve Galeri İstanbul sitelerinden buldum. Sadece biri benim çektiğim. Emeği olan herkese teşekkürler

İftar Seçenekleri

şehzade mehmet sofrası
Ramazan; özlemle beklediğim zamanlarından yılın... Eski ramazanlar şöyleymiş, böyleymiş dense de; bugünün koşullarında da keyifle yaşamak özelleştirmek için bir şeyler yapmak bizim elimizde.

Yemek yemekle çok arası olmayan birisi de olsam, iftar sofralarının zevki ve hayalleri benim için vazgeçilmezdir. Şimdiden iftar programlarını yapmak, gidilecek yerleri düşünmek, sahura kalkmak düşüncesi heyecanlandırıyor, sabah işe gitmek zorunda olsam da...

Nerelerde iftar yapılabilir diye araştırırken; öğrendiklerimi herkese duyurayım istedim. Sizin de programlarınıza yardımcı olurum belki.

Seçeneklere baktığım zaman her zamanki gibi oteller mükellef menüleriyle dikkat çekiyor. Fiyatları genelde 50 -150 YTL arasında değişiyor. Bu sene Parkorman’da oteller düzeyine yaklaşmış gördüğüm kadarıyla 50-85 YTL arası 3 farklı iftar seçeneği sürüyor. Geçen sene iftarda bir akşam ParkOrman’a gitmiştik. Fasıl eşliğinde ama fazla yüksek müzik sesi nedeniyle, konuştuğumuzdan bir şey anlamamıştık.

Diğer restoran seçeneklerine baktığımda Rumeli Hisarüstü’ndeki Doğatepe Restoran var ki; manzarası ömre bedel. İftarı bilmem ama daha önce orada yediğim bir yemek için mekanın şıklığına ve zarafetine rağmen yemeklerin zayıf kaldığını söyleyebilirim. İftar menüsü 45 YTL. (Nispetiye Caddesi Duatepe Parkı No: 4-6 R.Hisarüstü Tel: 0212 257 4391)

Ulus sırtlarındaki Casbah da daha önce bizzat denediğim bir restoran. Yemekleri, manzarası ve hizmet kalitesiyle oldukça iyi bir yer. İftar menüsü diğerlerine göre daha hesaplı 35 YTL (Adnan Saygun Cad. Aydınlık Sok. No:17 Ulus Tel: 0212 287 88 75)

28 YTL'lik bir döner porsiyon fiyatıyla köşe yazarları arasında gündemdeki yerini koruyan Kanyon'daki Konyalı'da iftar yapmanın bedeli 70.YTL

Anadolu yakası seçenekleri ise;
Lacivert Restorant; Körfez Cad. 57/A FSM Köprüsü ayağı - Anadolu Yakası Kanlıca Tel : 0 216 413 42 24 / 413 37 53 (55.YTL)

Kozz Rest; İbrahim Kelle Caddesi No:36 Beykoz Tel : 0 216 323 33 13 (45 YTL)

Tekrar Avrupa yakasına dönersek; Armada Oteli Ahırkapı Lokantası'nda canlı ud musikisi eşliğinde bu lezzetleri tatmak isterseniz kişi başı hafta içi 26 YTL ve hafta sonu 32 YTL; Armada Teras veya Armada Sera'da da İstanbul müzikleri eşliğinde 45 YTL.

Bir yandan Sultanahmet'i diğer yandan Galata Köprüsü'nü izleyebileceğiniz Liman Lokantası'nda 1950'leri yaşatan dekorasyonuyla Ramazan boyunca her hafta değişen mönüde iftariyelikler, börekler ve kuzu tandır gibi farklı lezzetler yer alıyor. Mönülerin ücreti 25 YTL. Tel: (0212) 292 39 92

Değişik olabileceğini düşündüğüm diğer bir yer ise Fatih Vezneciler’de Şehzadebaşı Camii avlusundaki Şehzade Mehmet Sofrası. Özel odalarda, 800 kişilik şadırvanlı avluda, tasavvuf müziği ve sema gösterisi eşliğinde Osmanlı döneminde bir iftar yaşamak için tercih edilebilir. Normalde menüsü Osmanlı saray mutfağının değişik lezzetlerini kapsayan Şehzade Mehmet Sofrası’nın Ramazan için sunduğu fiks menüsü ben de biraz hayal kırıklığı yarattıysa da, tarihi havayı solumak için düşünülebilir. (32 YTL)

Hatta tam nostaljik ramazan gecesi yaşamak için teravih namazı Şehzadebaşı Camii’nde kılındıktan sonra Vefa’ya yürünüp –sadece bir kaç dakikada- yeni kavrulmuş leblebiler eşliğinde bol tarçınlı Vefa Bozası içmek fikri beni heyecanlandırıyor.

Son bir iftar menüsü de; annemin yemekleri ve benim yaptığım güllaç eşliğinde bizim evde –ücretsiz- :)

Perşembe, Eylül 21, 2006

Kağıt Vs.

Kağıt Vs.'den siparişlerim geldi. İster megolaman deyin, ister yonca'yla bozmuş deyin ama bu benim adım. Adımı ve onu simgeleyen her şeyi seviyorum. Bundan sonra mührüm olarak da "yonca" delgecimi kullanacağım :)

yonca delgeç

Çarşamba, Eylül 20, 2006

Masaüstünü Fazla Dağıtmayın

Çalışırken bir de bakıyorsunuz ki; masaüstünde yine bir sürü dosya, ikon birikmiş. Aradığınızı bulmakta zorlanıyorsunuz. Ama beterin beteri vardır.

Masaüstü Savaşları>>

Yaşamak

Yaşamak küçük nefeslerin arasında aldığın keyiflerdir. Diğer zamanlarsa yaşamak değil sadece nefes almak...

Huzurla yenen basit bir yemek, kulağında sevdiğin müzik, masadaki vazoda yazın son hanımeli dalı, içinden gelen yazma isteğini ne yazacağını düşünmeden tuşlara dokunarak ortalara dökmek. Sevdiğinden gelen bir mesaj; içinde ne yazdığı değil ondan gelmesi keyifli kılan.

Sorgulamadan, zorlamadan, akıntıya bırakıp gitmek bazen yaşamak...

Kağıt İşleri

Her gün yeni bir şeyle karşılaşıyor insan. Fakat ne şanslıyım ki; bunları paylaşabileceğim bir sitem var. Son keşfim de Kağıt vs.

Kağıtla yapılan el becerileri üzerine kurulu; eğlenceli bir şeyler yaratmayı hedefleyen bir yayın ve internet sitesi. Açıkçası henüz dergi elime ulaşmadı ama geldiğinde hakkında biraz daha detay verebileceğim sanırım. Ancak internet sitesini incelediğimde kağıtları nasıl sıradanlıktan kurtarıp; ilginç şeyler yaratabileceğinizi görebiliyorsunuz. Ben de heyecanlanıp ilk siparişimi verdim.

6 yaş üzeri çocukların eğlenerek becerilerini geliştirmenin yansıra büyükler için özel hediye paketleri yaratmak için de pek çok ürünü var.

Hani farklı hediyelere farklı paketler yapmak isteyenlere...



köpeğin kulakları tüylü bir kağıtla yapılmış
yonca motifli kağıt

Kağıtvs>>

Pazar, Eylül 17, 2006

Seni Gidi Yaramaz

Elinde ki Barbie’li kalem kutusu, pembe eteği ve iki yandan örgü saçlarındaki pembe tokalarıyla yarın okula gideceği belli; karşı evin balkonunda küçük kızın.

Elinde tuttuğu fincandaki suyu 3. katın balkonundan, bahçede park etmiş siyah arabanın üzerine döktü. Sonra gidip bir bardak daha doldurdu, ağır ağır yine arabanın üstüne boşalttı. İkinci ve üçüncü bardaklarla devam etti. Ama artık her döktüğü sudan sonra kimse onu görmesin diye bir süre balkonun içine sinip beklemeye başladı. Bardağı gidip içeri bıraktı. Bu kez balkondaki damacana pompasının ağzına, ağzını dayayarak ağzına doldurduğu suyu arabanın üzerine boşaltmaya devam etti. Yaptığı yaramazlıktan büyük bir keyif aldığı belliydi. Benim de onu izlemekten...

Ben ondan bir kaç kat yukarda olduğum için beni farketmesi yaramazlığın sonuna denk geldi. Bir süre gözlerini dikip bana baktı; ben de ona bakmayı sürdürdüm. Önce omuz silkti; tepki vermeyişime hatta gülmeye başlamamaysa dil çıkararak karşılık verdi. Ve içeri girdi.

Hangimiz yapmadık ki böyle yaramazlıkları; unuttuk mu nasıl keyif aldığımızı? Açıkçası ben unutmuştum. O kız çocuğunu seyrederken, suç ortağıymışcasına eğlendim. Kendi yaramazlıklarım geldi aklıma.

Cuma, Eylül 15, 2006

Farklı Hediyeler

Sevdiklerime sürpriz yapmak; onları farklı hediyelerle şaşırtıp şımartmak en çok keyif aldığım şeylerden biridir. Hediye almaktan çok, hediye vermek mutlu eder beni. Hediye seçim sürecinde yaşadığım heyecan, yeni şeyler keşfetme zevki ve beğenip beğenmeyeceği endişesi.

Öyle sıradan hediyeler mutlu etmiyor beni; verdiğim şeyin farklı olması ve özel olması her zaman tercih ettiğimdir. Geçtiğimiz günlerde de böyle bir hediye alma telaşına girdim. Belki lazım olur diye adreslerini de yazayım dedim.

benim harflerim YCwww.cicekpasaji.com farklı hediye seçenekleri var. Ama benim hoşuma giden istediğiniz kişinin ad ve soyadının başharflerinden oluşan bir çift kol düğmesi. Bir hafta içerisinde hazırlanıp teslim edilebiliyor.


www.gulumseyencikolatalar.com çikolataların üzerinde istediğiniz resim ve mesajın yer almasını sağlayabiliyorsunuz. Doğum günü, sünnet, düğün, bebek, anneler günü gibi farklı özel günler için de yaptırmak sizin yaratıcılığınıza kalmış.


www.curcunabaz.com daha önce hakkında detaylı bir yazı yamıştım. Sevdiklerinize kendi kuklanızı yada kendi kuklalarını hediye edebilirsiniz.

Başka keşiflerim olursa yine bu başlık altına ekliyceğimden emin olabilirsiniz.

Benim hediyeme gelince, hiç biri. Olsaydı kol düğmelerini düşünürdüm ama bir son dakika buluşması nedeniyle bir hafta vaktim olmadı.

Salı, Eylül 12, 2006

Kanyon ve Farklı Mimari Yaklaşımlar

Geçenlerde bir arkadaşım durup dururken; "sen mimar olabilirdin" diye bir cümle kurdu.

Aslında bilmeden ilgi duyduğum alanlardan birini bana meslek olarak yakıştırmıştı. Ama ona da dediğim gibi; pek çok farklı konuyla birden ilgilenebilirim, sektörden kişilerin bilebileceği detayları yakalarım fakat o işi sonuna kadar götürebilecek sabır ve azmim yoktur. Yani kötü bir tanımla "maymun iştahlılık". Bu tanımı kendim için çok doğru bulmuyorum. Çünkü maymun iştahlılık bir şeylere büyük bir hevesle başlayıp sonra olduğu yerde öylesine bırakıp başka bir şeyin peşine koşmaktır.

Bir kere ben ne pahasına olursa olsun başladığımı bitiririm. Sonra ilgilendiğim şeyleri takip etmeye devam ederim. Aradan yıllar geçse farklı ilgilerim olsa da. Benimkine olsa olsa "çok yönlülük" denir.

Bu kadar uzun bir girişten sonra asıl yazmak istediğim konuya geçebilirim artık.

Evet mimariye ilgi duyuyorum. Pazarlama eğitimim sırasında da tüketici davranışlarını şekillendirmede mimarinin işbirliğini keşfedince ilgim biraz daha arttı. Bu nedenle de pek çok yapı ve mimarlık yayınını takip ederim. Bugün de elime çok güzel bir yazı geçti. Okuyunca paylaşmak istedim. Konu "Kanyon".

Bugüne kadar Kanyon'u şöyle güzel böyle güzel diye öven yazıların aksine gerçekleri vurgulayan önemli bir yazı.

Kanyon hakkında benim de güzel yorumlarım var. Ama tamamen duygusal nedenlerle; işyerime yakın olması, kısa zamanda istediklerimi halletmeme fırsat verdiği için, alışveriş merkezlerinin kapalı mekanlı olanlarından nefret ettiğim için, alışveriş yapmak istediğim nadir mağazaları bir arada sunduğu için vb.

Ama işletmecilik açısından bakıldığında -ki yazıda detayları bulabilirsiniz- uzun vadede hedeflerine ulaşamayabilir.

Mesela merdivenler öyle bir yerleştirilmiş ki kanalların sonunda ve başında. Gitmek istediğiniz mağazaya fazla dolanmadan kolayca ulaşabiliyorsunuz. -Yani diğer mağazalara gözünüz kaymıyor-

Yazın açıkhava iyiydi de; kışın ne olacağını hep birlikte göreceğiz.

Arabası ile gelenler için Büyükdere Caddesi'nin en sinir noktalarından biri olması da cabası. Ama bu mağazalar sadece Kanyon'un dairelerinde oturanlar için düşünüldü deniyorsa o zaman başka.

Yazı aşağıda, Radikal İki'de yayınlanmış.

Hoşuma giden diğer bir yazıda Kazakistan'da yapılan barış piramidi ile ilgili; ilgilenenler için de onun linkini koyuyorum. Barış Piramidi


Kanyon, Kanyon, Kanyon

İstanbul'da son 20 yıl içinde çok sayıda alışveriş ve eğlence merkezi açıldı. Bazıları -Tatilya, Markiz Pasajı gibi- kapandılar. Bazıları da zorlanıyor. Bu kapanan ve zorda olan yapılar, açıldıkları günlerde övgüler hatta "ödül"ler almışlardı. Oysa kapanacakları belli idi. Pazarlama amaçlı olarak, kamuoyuna genellikle birer "mimarlık olayı" olarak tanıtılan bu yapılarla ilgili nesnel değerlendirmeler, hem kamuoyunda mimarlık bilincinin doğru oluşmasına katkıda bulunabilir hem de önümüzdeki yıllarda sayıları 100'ü bulacağı bildirilen yeni alışveriş merkezi yatırımcılarını uyarabilir.

Alışveriş merkezleri, nüfus ve otomobil sayısının artması, derin dondurucuların yaygınlaşması, yaşama biçimleri ve tüketim alışkanlıklarının değişmesi sonucu, 1950'lerden itibaren Amerika'da ortaya çıktı. Yıllar içinde gelişti, değişti, çeşitlendi. İlk plan şeması, bizdeki Galleria'ya benzeyen kapalı bir sokağın iki ucuna yerleştirilmiş iki "katlı mağaza"dan oluşuyordu. (Dumb-bell layout) Bu şema zamanla L, T ve kareye; sokaklar avlulara, avlular meydanlara dönüştü. Amerika dışına yayılarak, yerel koşullara adapte edildiler, Fransızlar hipermarket ağırlıklı kendi yapı tipini üretti. Giderek, temalı parklar, food-court'lar, eğlence ve spor merkezleri ile zenginleştiler. Sayıları binlere, yıllık ciroları 300 milyar dolara ulaştı.

Sadece alışveriş edilen yerler olmaktan çıkıp Amerikan halkının evlerinin dışında en fazla zaman harcadıkları, yeme-içme, eğlence, spor ve kültürel faaliyetlerinin yoğunlaştığı sosyal merkezlere dönüştüler. Böylece, bir anlamda, kent merkezlerinin geleneksel "çekim odağı" olma özelliğini paylaştılar. "Gidildiği için" alışveriş de edilen yer olma özelliği kazanmış oldular.

Bir alışveriş merkezinin ana işlevi, "hedef kitle"yi çekmek, içerde olabildiğince uzun tutmak ve bu süre içinde alışveriş etmelerini sağlamaktır. Bu sağlanamazsa perakendeciler merkezi terk ederler. Yapının işlevini yerine getirebilmesi üç parametrenin doğru kurgulanmasına bağlıdır: Alışveriş merkezinin yeri, perakendecilerin doğru seçimi ve yapının "concept"i.

Dezavantajlar
Geçenlerde İstanbul'da açılan Kanyon alışveriş merkezi, konut ve ofis blokları arasında bir kanyon gibi kıvrılarak uzanan, dört katlı alışveriş koridorlarından oluşuyor. Kuvvetli bir medya desteği ile sunulan bu yapı beklenebileceği gibi, "eşi görülmemiş bir mimarlık olayı" olarak büyük övgüler aldı. Aşamalı olarak, yabancı ve yerli mimarlar tarafından tasarlanan yapının konseptinin yabancılara ait olduğu, aynı grubun çok benzer uygulamalarına çeşitli dünya ülkelerinde rastlanmasına karşın, bu konsepte yerli mimarlarla birlikte yatırımcı şirketin de sahip çıktığı izleniyor. Konseptin özü, iç mekânlanlarla alışveriş koridorlarının 'kanyon'a benzer bir kurgu içinde doğa koşullarına açılmış olması.

Alışveriş merkezlerinin 50-60 yıllık uluslararası deneyimleri, planlama prensipleri ve yerel koşullar ışığında, Kanyon'un konumu nedir? Kanyon'un yer seçimi, "hedef kitle"nin yaya ulaşımının zorluğu açısından rakiplerine göre dezavantajlıdır. Orta-alt sınıf yerleşim bölgesi içinde yer aldığından, arka ve yan girişlerinde aktivite beklenemez.

Kanyon alışveriş merkezinin doğa koşullarına açılması, İstanbul iklimine uygun değildir. İç iklimin kontrol edilmesi ve "alışveriş konforu" sağlanması, bu yapı tipinin olmazsa olmaz koşuludur. İç mekânlarda havanın ısısı, kalitesi, ses ve ışık mevsim değişikliklerinden etkilenmeyecek şekilde tasarlanır. Yapının kanyona benzetilen iç mekânı, hakim rüzgarları çoğaltarak rahatsız edici hava akımları yaratabilecek, kış hatta bahar aylarında ciddi sorunlar yaşanabilecektir. Bu iç mekân, yaz aylarında "esintili ve çekici" olabilir, ne var ki bu yapılar yazlık yapılar değil, tersine kışlık yapılardır. Alışveriş kış aylarında yükselir, yaz ayları alışverişin düştüğü "indirim" aylarıdır. "Hedef kitle" yazın tatildedir, kent merkezleri boşalır. Yapının mimarının bir TV programında, "koridorlar tavandan ısıtılacak, müşteriler kış aylarında paltosuz gezecek" savı gerçekçi görünmüyor. Kendisi de gerçekçi bulmuyor olmalı ki, bir yandan da yapının üstünü örtmek için "B" planı yaptığı bildiriliyor. Kanımca bu da kolay bir iş değil.

Çekim merkezleri
Kanyon'da perakendecilerle ilgili sorunlar da var. Perakendeciler, alışveriş merkezlerinde büyük kitleleri "çekebilecek" katlı mağazalar (dept. store), eğlence merkezleri, hipermarket, food-court vs gibi büyük "magnet"lerle, titizlikle seçilmiş çok sayıda irili-ufaklı dükkân, mağaza vs'den oluşur. "Magnet"lerin ve küçük birimlerin seçimi ve yapı içindeki kompozisyonları, alışveriş merkezlerinin yaşamsal parametrelerinden biridir.

"Magnet"ler iki işe yararlar: Müşterileri alışveriş merkezine "çekmek" ve merkez içinde "iç trafiği" artırmak. Bunun için örneğin, katlı mağazalar sokağın iki ucuna (köşelerine vs.); food-court ya da eğlence merkezi insanların çıkmak istemediği üst katlara yerleştirilir, böylece aralarındaki gidiş gelişler, iniş çıkışlarla, küçük birimlerin önünde üç boyutlu trafik yoğunluğu, hareket sağlanır. Satışlar yükselir. Kanyon'da, hedef kitle için "çekim" yaratabilecek güçte "magnet"ler yer almıyor. Var olanlar da "iç trafiği" artıracak şekilde kurgulanmış değil.

Kanyon'un iç mimarisi, bir alışveriş merkezi yapısına uygun değil. Alışveriş koridorları tek tarafa yığılmış, karşı koridorlar zayıf ve "davet edici" değil. Gezintilerin, yani alışverişin sürekliliği için gereken "vitrinlerin devamlılığı" sağlanamamış. Bu yapı tipinde sağır duvarlar, sağır formlar istenmez. Duvarlar itici ve durdurucu etki yapar. Uzaktan hoş görünebilecek sağır formlar insanları çekmez. Müzelerde, galerilerde vs. olabilir, alışveriş merkezlerinde istenmezler. Kanyon'da merkezde yer alan küresel form, kanyona benzetilen kıvrımlarla birlikte ilginç perspektifler yaratıyor olsa da zorlama, yersiz ve gereksiz. İşlevsel değil. Projede olmaması gereken "çıkmaz"lar var.

Kanyon'un klasik bir alışveriş merkezi olmadığı, yukarıdaki değerlendirmelere sığmayacak "farklı" bir kent yapısı olduğu, "nitelikli zaman geçirmek ve keyif almak isteyenlerin, İstanbul'u ziyaret edecek bilinçli turistlerin" de ziyaret edeceği bir "kent merkezi" olduğu ileri sürülüyor. Sorun, bu "fark"ın ve projeye verilen isimlerin alışveriş merkezinin yaşamasına yetip yetmeyeceğidir.

Kanyon'un uluslararası parametrelere göre, bir kentsel tasarım projesi (urban design) olduğu tartışılabilir. Bu "kent"te sokaklar nereden gelip nereye gidiyor? Bulvardan ya da Levent'ten Gültepe mahallesine bir yaya trafiği mi var? "B" planı işleme konulup yapının üstü kapatılırsa, "kent" "yapı"ya mı dönüşecek? Dünyada şehir-yapı denemeleri varsa da Kanyon'un bunlarla ilgisi yok. Göreceli olarak küçük, tüm işlevleri içermiyor, bir ofis ve bir apartman bloku arasında 37,000 m2'lik dev alışveriş koridorları ile orantısız bir "kent" bu.

Kanyon projesinde, yatırımcı ve mimarlar "iyi bir mimari" aramışlar. Bu arayışlar saygı ile karşılanmalı. Ancak, yurtdışındaki örnekler taranırken uluslararası bilgi birikiminin ve yerel koşulların tasarımlara yansıtılmaları daha gerçekçi çözümlere olanak verecektir.

Coşkun KARADENİZ: Mimar, İTÜ, 1993-2000 arasında Cumhurbaşkanlığı Mimari Başdanışmanı
RADİKAL İKİ

Burger King ve Kedi

Bugün yazmak için kafamda farklı düşünceler varken; birlikte çalıştığım arkadaşımın dün akşam başına gelen bir olayı anlatmasıyla gündem tamamen değişti. -Olay tamamen gerçektir. Üçüncü bir şahıstan duymadım, bizzat yaşayan arkadaşım Oya'nın anlattıklarıdır-

Yer: Beyoğlu Burger King (İstiklal'in başı)
Zaman: 11 Eylül 2006
Saat:20:00-20:30

Olay: 3 kişi girişte soldan üçüncü masada yemeklerini yemekteyken; birden bire masanın ortasına tavandan inen bir kediyle şok olurlar. Asma tavanın kırılan bir parçası ve kedi masanın tam ortasında.

Restoran: Elemanlardan biri bi kere daha böyle bir şey olmuştu der. Müdürü öyle şey söylenir diye mi onu uyarır. Ve arkadaşlarıma "yemeğinize devam edecek misiniz?" diye sorar.

Diğer Müşteriler: Yan masadaki İngiliz mahkemeye verin, ciddi tazminat alırsınız diye öneride bulunur. (Türk kanunlarını bilmediği belli)

Arkadaşlarım: Ya kedinin kovaladığı düşseydi.

Kedi: Beyoğlu'nun akşam kalabalığında izini kaybettirir.

Yaşananlar üzerine çok fazla söylenecek bir şey yok. Ama bundan sonra Burger King'e giderken bi daha düşünmenizi öneririm.

Pazartesi, Eylül 11, 2006

Kadıköy’de Lezzet Turu

Kup Griye
Anadolu yakası yaşadığım yakadan daha çok sevdiğim bir bölgedir. Sevdiklerimin çoğunun da orada oturuyor olmasının sanırım bunda etkisi vardır. Kuzenim Aynur Abla’mla zevklerimiz birbiriyle çok örtüşür. Yaz başındaki bir sohbetimizde lezzetli limonata içemediğimden dert yanmıştım. O da Kadıköy’deki Baylan’ı söylemişti.

Fırsattan istifade Baylan’ın limonatası ve Cup Griyesi ile tanıştım, tanıştığıma çok da memnun oldum. Raflarda görünen diğer pasta ve çikolatalarsa aklımda kaldı.

Tatlıdan önce yemek için de Express İnegöl Köftecisi’ni tercih ettik. Aynur ablamın dediğine göre 20 yıldır aynı servis elemanları aynı kaliteyle lezzetinden ödün vermeden varlığını sürdürüyormuş. Ki ben tabaklarını hiç bir zaman tam bitiremeyen birisi olarak üstelik rahatsızlığıma rağmen kendim dahil herkesi şaşırtmayı başardım. Yolunuz düşerse uğrayın derim.

Küçük bir öneri mekan da nikahtan sonra uğrayıp bir kahve içtiğim; Maltepe sahilindeki Çamlık. Nikah dairesinden çıkıp sağa doğru yürüdüğünüzde otoparkın bitiminde. Cumartesi gününün sıcak havasında; adalara karşı oturup geçen vapurları, denizi ve gökyüzünü seyretmek çok keyifliydi.


Bir de Pazar günü benim katılamadığım ama Cumartesi kadromuzun kalanının gittiği Mihrabat Korusu var ki; sadece resmine bakıp iç geçirdiğim.