Cuma, Eylül 30, 2005

Can Dündar'dan...Dudakla Bardak Arası

Eski Sisam krallarından Ancee adında bir zalim, yeni yaptırdığı bir bağa üzüm kütükleri diktiriyormuş. İşlerin bir an önce bitmesini sağlamak için de kölelerini hiç dinlenmeden çalıştırıyormuş. O zavallı kölelerden biri, birgün pek bitkin düştüğü için dayanamaz ve zalim krala:

- Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın üzümlerinden yapılacak şarabı hiçbir zaman içemeyeceksiniz ki !.. deyivermiş.

Kral biraz kızmışsa da sesini çıkarmamış. Nihayet gün gelip üzümler yetiştikten sonra, kral köleler de dâhil herkesin hemen toplanmasını emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini emretmiş. Daha önce kehanet gösterisinde bulunan köleyi de huzuruna çağırtmış.
Şarap bardağını eline alarak:

- Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiçbir zaman içemeyeceğimi tekrar iddia edebilir misin? diye sormuş.

Köle şöyle cevap vermiş:

- Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü dudak ile bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada başınıza neler gelebileceğini de bilemem!

Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri kralın adamlarından biri girmiş. Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini ve asmaları kırıp döktüğünü söylemiş. Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden hemen dışarı fırlamış. Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş. Kral ve domuz arasında öldüresiye bir mücadele başlamış. Sonunda yaban domuzu mızrak gibi azı dişleriyle, Sisam kralının karnını yarıp ölümüne sebep olmuş. Kral bostanda, bardak masada kalmış...

Şu söz bu olayı güzel bir şekilde ifade ediyor:

Nasip ise gelir Hint'ten Yemen'den,
Nasip değil ise ne gelir elden?

Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın.

Sıkıca asılın onlara tıpkı hayata asıldığınız gibi...
Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır..

Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın.

Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

Dün tarih oldu...

Yarın bir sır...

Bugünün kıymetini bilin.
Sevgiyle Kalın ....

Can DÜNDAR

Cin Fikirler Buraya

İnternette bir şey ararken; aradığınız şeyden daha fazla ilginizi çeken başka bir şeyle karşılaşabiliyor ve sonunda aslında ne aradığınızı bile unutabiliyorsunuz.

Böyle zamanların birinde karşıma Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin internet sitesi çıktı. Eğitimim satış yönetimi ve pazarlama, reklam da en sevdiğim derslerden biri olduğu için bu konudaki yazılı ve görsel herşey ilgimi çekiyor.

Siteyi ziyaret etmenizi zaten önericem ama her linkin altından ilginç bi’şeyler çıkıyor. Mesela sitede neler bulabilirsiniz? Eski reklamlar; anti reklamlar, esinlenmiş!!! reklamlar, reklamla ilgili komik yazı ve resimler ve en çok hoşuma giden yarışmalar.

Cin fikir yarışması...


Yukarıdaki fotoğrafa en fazla 10 kelimeden oluşan bir cin fikir üreteceksiniz. En cin fikirlerinizi 7 Ekim’e kadar gönderdiğinizde; en iyi 3 cin fikir sahibi beyne enerji desteği için Eti Cin hediye edilecekmiş. Eti Cin için; cin fikir üretmeye değer doğrusu ;)

Bu arada küçük bir açıklama Ankara Üniversitesi’yle hiç bir ilişkim olmadı; ben Marmara Üniversitesi mezunuyum. Taraflı olduğum düşünülsün istemem.

Salı, Eylül 27, 2005

Anadilde Yabancı Kelimeler

Bugün bir araştırmayla ilgili elektronik posta geldi bana. Kim yada neden yapmış bilmiyorum ama güzel tespitler çıkmış. Araştırma bir şirket yada kurumda yönetim kademesinde bulunan kişiler arasında yapılmış.

* Katılan kişilerin %95’inin anadili Türkçe
* Bu kişilerden %80’i orta yada iyi derecede yabancı dil bilmekte
* Yabancı dil bilenler arasında, iyi derecede bilenlerin oranı %30

Tespitler
* Türkçe konuşurken araya yabancı dildeki kelimeleri katanların hepsi, az yada orta derecede yabancı dil bilenlerden oluşmaktadır.
* Yabancı dili tam olarak konuşabilenler, her iki dilin kendine özgü kurallarına riayet ederek ve birbirine karıştırmadan kullanabilmektedirler.
* Anadili yabancı bir dil olup, sonradan Türkçeyi öğrenenlerin, ana dillerine Türkçeden alıntı yapmadıkları görülmüştür.

Bu sonuçlardan çıkaracağımız fikre göre, yabancı dili iyi bilmeyenlerin farklı iki dili birbirine daha çok karıştırdığını görmekteyiz. Özellikle Türkiyede yabancı dil bilme ve kullanma kültürünün çağdaşlıkla orantılı olduğu düşünülmesine karşın; AB üyesi ülkelerde bu durum böyle algılanmamaktadır. Daha çok dil bilen kişilerin, toplumda daha saygınlıkla karşılanmasına karşın, öğrendiği dilleri birbirine, özellikle de anadiline karıştırarak kullanan kişilerin beceriksiz yada cahil oldukları düşüncesi yaygındır.

Bu yazıyı okuyunca gülmekten kendimi alamadım. Çünkü benzer cümle kalıplarını çok sık duyuyorum. Ve tespitin dayanağı olan; ana diliyle yabancı dili karıştırarak kullananların yabancı dili az yada orta düzeyde bilmesini destekler nitelikte.

- Bunun şöyle olması MUST
- Gelen FEEDBACKleri bana iletin
- OK’leştiniz mi?
- Dosyalar MATCH edildikten sonra tarihe göre SORT edilsin
- USER FRIENDLY bir kullanımı var

Anadilimi mümkün olduğunca olması gereken doğru kelimelerle konuşmaya, yazmaya özen gösteriyorum. Bazı şeyler var ki günlük hayatımıza öylesine girmiş onları da türkçe kullanacağım diye zorlayamıyorum. Yani cd çalara hala teker çalar demiyorum :))

Türkçe'yi doğru kullanmaktan bu kadar söz etmişken; kendimizi geliştirmek için küçük bir öneri.

Türk Dil Kurumu'nun her gün elektronik postanıza iki sözcük ve anlamını gönderen bir hizmeti var. bilgi@tdk.org.tr adresine "Her gün iki söz almak istiyorum" konulu bir mesaj atarsanız her gün iki sözcüğünüz olur.

Pazartesi, Eylül 26, 2005

KitapBank

Parklarda oturduğumuz banklarda yıllarca pek çok bankanın ismini gördük. Neden sadece bankalardı bilmem. (Bank’la Banka’nın yazılışındaki benzerlik mi acaba?) Şimdi ise genelde bulunduğu belediyenin adı yazıyor ya da hiç bir şey yazmıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi günlük hayatımızın bir parçası olan bu şehir mobilyalarında değişik bir uygulamaya gitmiş. Tasarım olarak da oldukça ilginç yeni banklarda ünlü şairlerimizin İstanbul’la ilgili şiirleri yazıyor. Adeta açılmış kitap sayfalarının içine oturduğunuz bu bank üzerindeki şiirleri okumak ilginç olacağa benziyor.

-Biraz kayar mısınız? Şiirin sonunu göremiyorum da...

gibi değişik diyaloglar duyabiliriz belki de. Ya da ağaçlara, duvarlara, sıralara yazı yazmak gibi bir geleneğe sahip milletimiz; zaten yazılarla kaplanmış bir banka bir kaç edebi cümle de kendisi eklemek isteyecektir.

Tramvay ve metro duraklarına toplam 50 tane yerleştirilen banklarda Orhan Veli’den, Can Yücel’e, Yahya Kemal’den Atilla İlhan’a kadar pek çok şairin İstanbul’la ilgili şiirlerini okuyabilirsiniz. İstanbul’u Dinliyorum, Erenköy’ünde Bahar, İstanbul Ağrısı, Ben Sana Mecburum.

Bu uygulamayı görünce aklıma pazarlama açısından kent mobilyalarının fonksiyonu geldi. Tasarım olarak da reklamını yaptığı ürünle özdeşleşen mobilyalar tüketici açısından akılda kalmayı arttırır gibi geliyor bana. Türkiye’de şimdiye kadar böyle bir şeye rastladığımı hiç hatırlamıyorum. Yurtdışında örnekleri olup olmadığını ise blog dostlarımdan soruşturmayı düşünüyorum.

Perşembe, Eylül 22, 2005

Devler Ülkesi

Küçük bedenlere bizim için normal görünen canlı ve cansız varlıklar, dev gibi görünür aslında. Güliver devler ülkesinde her ne kadar bize masal gibi gelse de; hepimiz bir dönem devler ülkesinde yaşadık. Sonra yavaş yavaş büyüyüp onların arasına karıştık, devler ülkesinde yaşadıklarımızı unuttuk.

Çocukluğumun geçtiği yerleri şimdi gördüğümde; oynadığım bahçenin, yürüdüğüm sokakların o kadar büyük, topumuzun düştüğü aralığın çok derin, sokak kapısının o kadar da yüksek olmadığını gülümseyerek görüyorum. Ayaklarımın sadece yarısını doldurduğu benim ısrarla giymekten vazgeçmediğim ve bu nedenle ortadan ikiye kırılmasına neden olduğum annemin topuklu ayakkabılarını da yine gülerek hatırlıyorum.

Gün geldi miniklerimiz bebeklerimiz oldu; ama biz dünyayı onların gözlerinden göremiyoruz. Artık devleştik o günlerse uzak kaldı.


Procter&Gamble’ın çocuk bezi Prima; devlere bebeklerin dünyasını tanıtıyor bugünlerde. Prima Bebek Dünyası adıyla bebeklerin gelişim aşamalarının canlandırıldığı odalardan oluşan bir çadırda; uzmanlar eşliğinde değişik bir deneyim yaşatacaklarmış.

Bu üründe satın almayı gerçekleştirenle tüketicinin aynı kişi olamaması; gerçek kullanıcıların markayı doğrudan tercih edememelerine neden oluyor. Madem tüketicilerine doğrudan ulaşamıyorlar; satın alana tüketcilerinin bakış açısını deneyimlerini yaşatmak tüketimi pekiştirmek için yararlı bir uygulama bana göre.

Çocuğum olmasa da; böyle bir deneyimi ben de yaşamak etrafıma bebeklerin gözüyle bakmayı istiyorum. Siz de -çocuklu yada çocuksuz- denemek için Prima Çocuk Dünyası’na gidin bence...















* 22 - 25 Eylül 2005 İzmir Atatürk Kültür Merkezi
* 27 Eylül - 02 Ekim 2005 İstanbul Caddebostan Sahilyolu
* 04 - 09 Ekim 2005 İstanbul Metrocity Alışveriş Merkezi
* 11 - 16 Ekim 2005 Ankara Armada Alışveriş Merkezi
* 18-19 Ekim 2005 İzmit Outlet Center
* 21-25 Ekim 2005 Bursa Özdilek Alışveriş Merkezi
* 27-30 Ekim 2005 Antalya Güllük Meydanı

Çarşamba, Eylül 21, 2005

Kısa Özet


Her mevsimin ayrı bir güzelliği olduğu şüphesiz. Ama sürekli yağan yağmurlar, güneşi saklayan bulutlar ve her yeri kaplayan sarı yapraklar... Hiç bana göre değil...

Bu aralar bazen üzgün, bazen durgun yada karamsar olursam bilin ki nedeni ben değil SONBAHAR

Son zamanlarda karşılaştığım iki olay yakınlarda yazdığım bazı yazılara link atmama neden oldu. (Olmamasını tercih ederdim.)

Elektronik Postalar, Yazılamayan Mektuplar’da günümüzde ne kadar güzel!!! haberleştiğimizden bahsetmiştim. Sanırım durumu biraz hafife almışım. Çünkü, artık cep telefonuna gelen kısa mesajla evlenme teklifi alınabileceğini de gördüm.

Kavak Ağacı ve Kabak İliğinin Hikayesi’nde de olduğu gibi; gerçek başarı yada yeteneğe dayanmayan yükselişlerin şöhretin insanların hayatını kısa sürede nasıl yaratıp yok edebildiğini gördük. Türk medyası ve halkının baştacı olan gelin kaynana programalarının yarattığı manasız şöhretin sonu acı oldu.

Sayfalarımı yurtdışından takip edenler neden bahsettiğimi belki anlayamazlar. Ama son bir kaç günkü Türk gazetelerinin manşetlerine yada ilk sayfalarına bakarlarsa; 24 yaşında uyuşturucu yada alkol -nedeni her ne olursa olsun- otel odasında ölü bulunan gencin haberi ve hikayesini bulabilirler.

Kısa özet demiştim ya; son olarak bir meksika atasözü(ymüş).

Felek sana ekşi bir limon vermişse
Yanına tuz ve tekila iste.

Pazar, Eylül 18, 2005

Berat Kandili

Ramazan'ın başlamasına sadece bir iki hafta kaldı. (5 Ekim) Bugün, bu akşam da Berat Kandili. Af dileyenlerin berat edeceğine; yepyeni bir başlangıçla yaşama devam edileceğine inanılan kutsal bir gece.

Farkında olmadan sevdiklerimizi kırıp üzebiliyoruz, belki de hayatımızda geçmişte yaşanılan kırgınlıklardan dolayı ertelenen görüşmeler var. Kandiller ve bayramlar gibi özel günler böyle şeyleri sıfırlamak için iyi bir fırsat aslında.

Herkese iyi kandiller diliyorum.

Cuma, Eylül 16, 2005

Korkuyorum

Yağmuru seviyorum diyorsun,
Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun...

Güneşi seviyorum diyorsun,
Güneş açınca gölgeye kaçıyorsun...

Rüzgari seviyorum diyorsun;
Rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun...

İşte; bunun için korkuyorum,
Beni de sevdiğini söylüyorsun...
William Shakespeare

Yağmura İnat

Bugün İstanbul'da yağan yağmur yerine ben güneşli günleri düşünüyorum.

Perşembe, Eylül 15, 2005

Elektronik Postalar, Yazılamayan Mektuplar

İşim gereği gün içerisinde pek çok elektronik ileti okuyorum. Bazen güldüren bazen de bu kadar da olmaz dedirten şeyler. Bahsettiğim kişisel mailler değil, tamamiyle iş amaçlı. Bir kuruma bilgi almak, bilgi vermek yada sorun iletmek için yazılanlardan. Ancak anlamsız harflerden yada kişinin kim olduğuna dair hiç bir bilgi taşımayan mail adresi dışında; hakkında bir şey bilmediğiniz birisini ne kadar ciddiye alabilir ya da yardımcı olabilirsiniz?

İlkokuldayken türkçe derslerinde mektup, telgraf, tebrik kartı yazmayı; zarfın üzerinin nasıl doldurulması gerektiği öğretilirdi. Hatta bütün sınıf sıra halinde semtin postanesine götürülüp nasıl mektup postalanacağını bile göstermişlerdi bize. Yanılmıyorsam ilkokul 2. sınıftaydım bunları yaşarken. Şimdilerde neler öğretiliyor bilmiyorum ama bence elektronik ileti yazmayı da öğretmeleri gerek. Zaten çocuklar daha kalem tutmayı öğrenmeden bilgisayarı açıp kapatmayı, hatta kendi başlarına bilgisayarda oyun oynamayı bile becerebiliyorlar.

Klavye onlara kalemden daha yakın...

Bir de güzel yazı dersleri vardı. El yazısı defterleri; dolmakalem, mürekkep hokkası ve farklı şekilde yazan uçlar. Divit neye denirdi hatırlamıyorum. Büyük F kimseyle birleşmez; r hiç te r’ye benzemeyen bir düğüm olurdu. Mürekkebin kağıt üzerinde bıraktığı keyifli iz kaybolup gitmez kolay kolay. Ama posta kutunuzda bastığınız bir tuş; tüm yazılanları yok etmeye yeter.

Gerçi kaç kişi özenip her cümlenin anlamını düşünerek gerçek bir mesaj, e-posta değil de elektronik mektup yazıyor. Kısaltılmış cümleler, cep telefonu mesajları, tek satır bile yazmaya üşendiğimiz sürekli birinden diğerine iletilen metinler, resimler.

Herşeyi hızlı yaşayıp hızlı tükettiğimiz yaşantımızda ilişkilerimizi de ne kadar özensiz yaşadığımızın bir göstergesi değil mi belki de...

Çarşamba, Eylül 14, 2005

Herşey Bi'şey Gibidir 2

Bilgisayar klavyesi kullanmak dolma sarmak gibidir. İkisinde de parmakların hızına ve hünerine ihtiyaç vardır.

İnsan mum gibidir. Ne kadar geniş olursa o kadar uzun yaşar. Geniş olmayanlari kendisini yiyip bitirip kısa zamanda eriyip gider.

Yaşamak bisiklete binmek gibidir. İlk dersler genellikle küçük yaşlarda evdekiler tarafından verilir. O zamanlar alınan destekle ayakta kalmak kolaydır.Ancak ilerleyen yıllarda yalnız kalındığında, dikkat edilmezse tepe taklak olunabilir.

Aşık olmak, yağmura yakalanmak gibidir. Eğer sırılsıklam olduysanız, ondan kurtulmaya değil, tadını çıkarmaya bakmalısınız.

(Bir kaç sene önce önce bir mizah dergisinde "Fiko'nun Sarkacı" diye bir köşe de okuduklarım. Yazarı Fikret Bekler)

Salı, Eylül 13, 2005

Kırmızı Şato

Kaç kişi kırmızı tuğladan yapılmış gösterişli bir şatoyu seyrederek büyüme şansına sahip olmuştur dersiniz?

Belki İngiltere; İskoçya belki de Fransa’da olabilir.


Ama ben İstanbul’da böyle bir şatoyu seyrederek büyüdüm. İnanması zor ama böylesine görkemli ve güzel bir yapı var. Belki Tepebaşı’ndan Taksim’e çıkarken Haliç’in öteki kıyısında kırmızı kiremitli sıkışık binaların arasında kırmızı rengiyle doğal dokuya karışmış burçlarını farketmişsinizdir sonra tamamını. Belki de Haliç sahilinde yol alırken yüksek kulesini görmüşsünüzdür.


Haliç’te Fener semtinde bulunan belki de en dik yokuş olan Sancaktar Yokuşu’ndan yukarı çıkarken karşınıza çıkan okul 1454 yılında İstanbul’un fethinden sonra kurulmuş.

Osmanlı´nın Hristiyan azınlıklarının bulunduğu toprakları yöneten yüzlerce vali, mütercim, bilim insanı, sanatçı, besteci, yazar, Osmanlı İmparatorluğu´nun en yüksek mevkilerinde görev almış bulunan pek çok Fenerli Rum, baştercuman, Eflak ve Boğdan beyleri, patrik ve yüksek din görevliler bu okulda eğitim görmüş. Şimdilerde Fener Rum Lisesi ile eğitim hayatına devam ediyor. Geçen sene 550. yılını kutlayan okul en eski okul olma özelliğini koruyor.

Ancak beni büyüleyen okulun bugünkü gösterişli binasını; yine okulun mezunlarından ünlü mimar Dimadis yapmış. Şatonun döneminde Rasathane olarak kullanılan yüksek kulesinin kuzey yönünde rumca olduğunu tahmin ettiğim bazı yazılar bir pergel resmi ve latin alfabesiyle 1881 yazıyor. Binanın geçmişini araştırmadan once bu tarihin yapılış tarihinden daha farklı bir şey olduğunu düşünürdüm. Herhalde bu kadar gösterişli bir yapının sadece 100 yıl önce yapılmış olması hayallerime ihanet gibi geliyordu.

Haliç´in her iki yakasındaki yapılar içinde Süleymaniye´den sonraki en büyük bina olan eserin yapı malzemelerinin çoğu Marsilya´dan getirilmiş. Avrupa´nın çeşitli ülkelerinde özellikle İtalya ve İspanya´da da şatolar yapan Dimadis, eseri beş sene içinde bitirmiş. Fener sırtlarındaki yüksek tepe üstüne inşa edilen eser, geniş ve yüksek cephesi, kırmızı ateş tuğlaları ve ortasındaki kubbeli kalın bir kulesiyle dikkat çekiyor.




Yapının Avrupa’daki 5. büyük şato olduğu söyleniyor. Karşı tepeden baktığınızda kanatlarını açmış kırmızı dev bir kartalın küçücük evlerin üzerine eğildiği izlenimine kapılıyorsunuz.


Yıllarca uzaktan seyrettiğim binanın içini hep merak ettim. Evimizden görülen taraf artık kullanılmayan rasathane ve okulun diğer odaları olduğu için; o bölümde bir ışık yanması yada pencerenin açılması bizim için acaba bir şeyler görebilir miyiz heyecanına neden oluyordu. Binanın yüksek duvarları ve sürekli kapalı duran büyük demir kapısı; her ne kadar macerayı sevsem de bu şatoyu keşfedecek kadar cesaretim olmadığı için hiç bir girişimim olmadı.

Ancak yazımı hazırlarken; resim arayışına girdiğimde binanın içine ait resimleri ilk defa görme şansına ulaştım. Siz de görmek isterseniz Fener Rum Lisesi olarak görebilirsiniz.-Bazen linkten gittiğinizde sayfa hata verebiliyor. www.moradam.com'da fotoğraf arşivinde "Mekan" larda görebilirsiniz-(İnternet gerçekten büyük bir hazine sandığı. Doğru yolu takip ederseniz inanılmaz şeylere ulaşabiliyorsunuz.)

Profilimde de belirttiğim gibi İstanbul tutkularımdan biri. Benim için yaşadığım şehir olmaktan öte; keşfedilecek görülecek yaşanacak birisi gibi. Metropol olarak bana pek bir şey ifade etmiyor ama tarihi ve kültürüyle geçmişinde yaşamayı; zaman tünelinden geçip bugün gezdiğim yerleri yıllar yüzyıllar öncesinde yaşamak istediğim bir masal.

Şu günlerde iki kitap okuyorum. Biri 1906-1922 yıllarında Fener’de yaşamış Haris Spataris’in anıları “Biz İstanbul’lular Böyleyiz – Fener’den Anılar”. Diğeri de Orhan Türker’in “Fenari’den Fener’e Bir Haliç Hikayesi”. Her ikisi de geçmişteki Fener ve çevresini anlatıyor. Spataris’in kitabında dönemin sigorta şirketlerine ait mahalle planları var; bugünle karşılaştırmak keyifli bir yolculuk gibi.

Fener’I keyifle anlatıyorum anlatmasına ama 15-20 senede belki de İstanbul’un en hızlı bozulan yerleşim yerlerinden biri oldu. Aslında bu değişim belki de Spataris’in kitabında söylediği gibi 1. dünya savaşı sonlarında başlamıştı. Ancak şüphesiz ki değişimin en önemli nedeni göç.

Bölgedeki pek çok ev tarihi değer taşıyor. Bu nedenle Unesco tarafından Fener-Balat Rehabilitasyon projesi destekleniyor. Dünya kültür mirası kapsamındaki bölgede tarihi değeri olan yapılanlar o değerli bölümleri depo haline getirilmiş, üzeri kapatılmış yada tahrip edilmiş durumda. Bir kaç yıl once kırmızı kilise’nin hemen arkasındaki bir ev yıkıldığında evin arka duvarlarının taş kemerlerle örülü olduğunu gördüm. Büyük olasılık eski bir kilise yada evin üzerine yapılmıştı.

Fener sahilinde eskiden pek çok kereste deposu vardı. Bunların çoğu tarihi yapılarda. Şimdilerde ise yavaş yavaş bunların yerini restoranlar almaya başladı. Mimar Sinan’ın hamamı olduğu söylenen bir yapıda ise bir akücü ticaret yapıyor.

İnsanların geçmişe ve tarihe bu kadar duyarsız olması; hoyratça hırpalaması bana hiç te adil gelmiyor.

(Yazıda kullandığım tüm resimler Ertuğrul Balıkçıoğlu'na ait. Kullanmama izin verdiği için teşekkür ederim.)

Pazartesi, Eylül 12, 2005

Kavak Ağacıyla Kabak İliğinin Hikayesi

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye baslamış.Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş.

Bir gün dayanamayıp sormus kavağa: "Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?"

"10 yılda" demiş kavak

"10 yılda mı?" diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak "Ben neredeyse 2 ayda seninle aynı boya geldim bak!"

"Doğru" demis ağaç "Doğru"

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamiş.

Sormuş endişeyle kavağa: "Neler oluyor bana ağaç?"

"Ölüyorsun" demiş kavak

"Niçin?"

"Benim on yılda geldiğim yere sen iki ayda gelmeye çalıştığın için"

Maillerden gelen...

Cuma, Eylül 09, 2005

Bugün 9 Eylül


Takvimler bugün 9 Eylül'ü gösteriyor.

Tarihte bugün diyebileceğim kadar çok olay aynı gün olduğu için bugünü özetlemek istedim.

İzmir'in kurtuluşu.

Yakın bir arkadaşımın evlilik yıldönümü; Arife ve Ümit...
(şimdilik!) Altan'la genişleyen ailenize nice mutlu yıllar dilerim.

Yapı Kredi Bankası'nın kurulduğu gün.

Ve çok sevdiğim birinin doğumgünü... İyi Ki Doğdun!

Perşembe, Eylül 08, 2005

Çocuklar Mutlu Olsun

Aktif Dağıtım şirketinin bir kaç yıldır gerçekleştirdiği Mektupla Kırtasiye Yardım Kampanyası duyurusu bugün elime geçti. 19 Eylül’de sona erecek kampanyaya destek vermek isterseniz ayrıntılı bilgiyi Aktif Dağıtım sitesinde bulabilirsiniz.

Kampanyaya katılım için; istenilen kırtasiye malzemelerini siz hazırlayarak gönderebilir yada hazır zarflardan gönderilmesi için zarf başına 5 ytl ödeyebilirsiniz. Geçen sene hazır zarf satın almak yerine kendim oluşturmak istedim; ancak pek verimli bir yöntem olmadığını tecrübeyle söyleyebilirim. Bu nedenle ben hazır zarf satın alacağım.

Hazır zarfları www.abonet.net adresinden havale/eft yada kredi kartı ile satın alabiliyorsunuz.

Gönderilen zarfların üzerine adınız yazılıyor ve zarfların içine konmak üzere isterseniz mektup ta gönderebiliyorsunuz.

Günlük telaşlarımız arasında okullar açılırken; sizin için çok basit olan bu yardım bir çocuğun gülümsemesini sağlayacak. Ve mutlaka kısa da olsa zarfın içine konması için bir mektup yazın.

Herşey Bi'şey Gibidir 1


İnsanların yaşamları, nehirler gibidir. Her biri farklı bir yerde doğar. Çok farklı yerlerden, çok farklı şeylerden etkilenerek geçer. Ama sonunda, hepsi bir denize dökülüp son bulur.

Yaşam sabun gibidir. Sen onu avucunda tutmak istediğin sürece o ikide bir elinden kaçar kurtulur. Sen, onu hem en iyi şekilde değerlendirmek hem de bitmesin istersin. O ise sürekli erir ve bir gün gelir, bitiverir.

Yaşamak kayak yapmak gibidir. Kontrolün hep sende olduğunu sanırsın. Her şeyi kendinin yönlendirdiğini düşünürsün. Ne zaman ki tepetaklak olursun; o zaman her şeyin o kadar da basit olmadığını anlarsın.

(Bir kaç sene önce önce bir mizah dergisinde "Fiko'nun Sarkacı" diye bir köşe de okuduklarım. Yazarı Fikret Bekler)

Çarşamba, Eylül 07, 2005

Standart İlişkiler

Etrafınıza baktığınızda herkesin birbirinin ilişkisi hakkında bir fikri bir yorumu var. Kadın dergilerinde yada gazete köşelerinde çeşitli tüyolar, şöyleyse böyledir; böyleyse şöyledir diye akıl veren yüzlerce yazı yorum bulabilirsiniz. Bu demek oluyor ki tüm ilişkiler birbirinin aynı. Ve hep aynı taktik ve stratejiler izlenmeli kazanmak için.

Problem zaten burada başlıyor. Her ilişkinin kendine ait bir coğrafyası vardır kimsenin bilemeyeceği sadece iki kişinin paylaştığı.

Kadın erkek herkes birbirine aynı formülleri uyguluyor. Bir sonraki hamlenin planlanarak hareket edildiği bir satranç oyunu başlıyor böylece.

Sevdiğin birisiyle hayatı paylaşmak demek, hesapsızca en kendin olduğun halinle, gerçekten hissettiğin gibi –sevdiğini söylemekten korkmadan söyleyebildiğin- dürüstçe yaşamaktır.

Ancak şimdilerde ilişkiler o kadar hesaplı yaşanıyor ki; evlendikten sonra herkes bu hesap kitaptan sıkılınca evlilikler bitiyor. Çünkü başlarken ilişkiler dürüstçe yaşanmıyor.

Ama herşeyin kuralına göre oynandığı 21.yy’da ilişkinizi de kurallara göre oynamıyorsanız, standartlara uyamıyorsanız kaybediyorsunuz. Ancak şanslıysanız sizin gibi oyunun kurallarını reddeden birisiyle sevgi ve saygı içinde sağlıklı bir ilişki ödülünüz oluyor.


Salı, Eylül 06, 2005

Yaz Bitiyor...

Yaz bitti; son kalanları yaşamaya başladık bile...



Artık haftasonlarında su kenarları; bahçedeki hamaklar olmayacak hayatımızda. Böyle tatil dönüşlerinde sonbaharda okullarla birlikte hobiler; kurslar girer hayatımıza. Tabii vaktiniz varsa, ya da bir tutkunuz.

Benim de öğrenmeyi çok istediğim iki şey vardı. Birine geçen kış başladım; ilkbaharla birlikte şairinde de dediği “beni bu güzel havalar mahvetti” yarım kaldı. Ancak devam edeceğim, bırakmadım. Diğeri de ebru sanatı.

Ebru suya resim yapmak aslında; ama şekillerin tamamen kontrolünüzde olmadığı ebruyu meydana getiren her şeyin kendi nazına göre güzelliğe katkıda bulunduğu. Şu günlerde Pazartesi akşamları Kanal D’de Kapıları Açmak adlı dizinin jeneriğini izleyin. Anlatmak istediğimi anlayacaksınız. Her seferinde hayranlıkla izlediğim ebruyu yapan; ünlü Ebruzen Hikmet Barutçugil.

Çalışmalarını mümkün olduğunca takip ettiğim ve evimde de iki eseri bulunan bu sanatçı hakkında en kısa zamanda daha detaylı bir yazı yazacağım.

Aslında yazmak istediğim; bir kurs önerisi duyurusuydu. Ama konu ebru olunca kalemim biraz fazla dağıtıyor kendini.

İSMEK...

İstanbul Belediyesi’nin düzenlediği meslek edindirme kursları. Bir kaç yıldır düzenli olarak yürütülen bu kurslar adından da anlaşılacağı gibi başta ev kadınları olmak üzere ağırlıklı olarak el sanatlarını kullanarak meslek edindirme amaçlı. Kar amacı gütmeyen bir sivil toplum hareketi.

Kurs seçenekleri oldukça geniş; çoğunlukla hafta içi ancak bazıları hafta sonu da verilebiliyor. Vaktiniz varsa yada yoksa ama bir gerçekleştirmek istediğiniz bir tutkunuz varsa. Fotoğraf, resim, takı, yemek yapmak, ahşap boyama, kumaş boyama ve daha pek çok şey. Kendinize bir fırsat verin derim.

Her yıl sonunda tüm kurslardan seçilen en güzel çalışmalar; Eyüp’teki Feshane’de sergileniyor. Haziran ortasında açılan sergiyi ilk kez bu sene gezme fırsatı buldum. Gördükleriniz karşısında hayran kalmamanız mümkün değil. İnsan elinden ve sabrından ortaya çıkan çok güzel eserler. El emeği göz nurunun anlamını orada bir kez daha anlıyorsunuz.

Kimbilir belki önümüzdeki aylarda programımı ayarlayabilir ve ebru yapmaya başlarsam çalışmalarımı sizlerle paylaşırım. Sadece benim değil bu sayfayı ziyaret eden ve bir şekilde tutkusunu-hobisini gerçekleştirmeye çalışan herkesin gönderdiği çalışmalarının resimlerini yayınlayacağıma da söz veriyorum.